20 Nisan 2012 Cuma

Geçmişbilim ve Gelecekbilim Kitabı

İÇİNDEKİLER

Önsöz

Tarih

Tarihe İçeriden ve Dışarıdan Artı Öznel ve Nesnel Bakmak
Tarihte 250 Yıllar
Tarihte 500 Yıllar
Dünya Sistemi Üzerine Notlar (Tarihte 5.000 Yıl)
Dinamik Tarihsel Modeller
Tarihte Ölçek
Tarih İçin Kumdan Koni Modeli
Tarih Bilinci
Tarihte Başkalaşım, Devrim, Dönüşüm ve Değişim

Gelecekbilim

Fütürolojinin Temel İlkeleri
Gelecekbilimde 8 Kehanet Yasası
Gelecekbilim Dünya İçin Neler Yapabilirdi?
Gelecekbilim Türkiye İçin Neler Yapabilirdi?
Gelecekbilim Dünya İçin Neler Yapabilecek?
Gelecekbilim Türkiye İçin Neler Yapabilecek?
Türkiye’nin Geleceğinde Başkalaşım, Devrim, Dönüşüm ve Değişim
Disiplinlerarasılık ve Çokdisiplinlilik
2000-4500 Arasında 250’şer Yıl Harcanacak 10 Konu

Tarih ve Gelecekbilim

Geçmişbilime Bakışlar
Geçmişbilim-Gelecekbilim Sentezi
Gelecekbilim ve Tarih
Tarihöte
Bir Ötetarih: GAP ve Sabancı
Tarih Ne Zaman Başlayacak?
Praksis Üzerine
Kavramsal Çerçeve

Olası Metinler

Tarih Öncesi
Meta-Tarih
Gelecekbilim Sonrası
Tarih Sonrası
Geçmişbilim-Gelecekbilim Praksisi


ÖNSÖZ

Bu çalışma bildiğim kadarıyla türünün ilk örneği olacak. Yani; geçmişbilim olarak tarihle, gelecekbilim olarak fütürolojiyi sentezleyen ve praksisleyen bir çalışma. Toplam disiplinin adının ne olacağı şimdilik belirsiz durumda ama 2050’ye kadar öyle kalmaz.

Gelecekbilim çalışmalarımı temelde 5 ciltte tasarlamıştım: Kuram, aktüalite (güncellik), olgular, praksis, derleme. Tarih cildi, praksislerin yalnızca bir bölümünü oluşturuyor.

Praksisin diğer bölümlerinden bazılarını ise, çokdisiplinli gelecekbilim ve çokdisiplinli tarih de oluşturuyor. Asıl praksisler şimdilik, bunlar henüz tam kesin bilimleştirilemediği için, bunların altalanları arasındaki geçişimlerde ve etkileşimlerde oluşacak.

Bundan önceki moment, ‘dünya sistemi’ ve ‘neo-globalizm’ yaklaşımlarıydı ve 1960-1990 momentliydi. En azından onlardan sonra ‘tarihin sonu’ kavramı konduğu için, ‘tarih henüz başlamadı’ da onlara eklenmeliydi. Tüm bunlar, konunun dış çerçevesini topluca çizmeye yarayacak.

Bu kuramsal yaklaşıma 2 büyük tarihsel dönüşüm etkide bulundu ama bunlar henüz yazılmadı: 1990’ların dönüşümleri ve 11 Eylül 2001 katastrofu. Diğer bir deyişle, post-3-modern dönemin bilgi disiplini ilkeleri henüz kurulmadı (ki o zamandan beridir geçmiş olan 5 yılı aşkın süre küçümsenmeyecek uzunlukta).

Vurgulamak gerek: Gelecekbilim anlayışım kehanetçi değil, yani olayları önceden bilmeye çabalamıyorum. Yalnızca olayları bir kavramsal çerçeveye oturttuğumuzda, oradan çıkan çıkarsamaları da ekliyorum ki bazıları beni bile şaşırtıyor ve ilk başta onları yadırgıyorum, örneğin Türkiye’nin emperyalistleşme süreci (9 yıl geçti ve her gelişme bunu pekiştiriyor).

Bu çalışma yıl 4500 erimli. Aristo-Lao Tzu sentezi de aynı erimli. Bu açıdan daha şimdiden kuram-uygulama bütünlüğü, makrosu, tümeli elde var. Tarih onu kaybeder, yeniden bulur, ayrı konu. Daha önce benzerleri yaşanmış.

Dilerim bu çalışma, 2.500 yıl sağ kalabilir, çünkü önümüzdeki onyıllar tarihsel büyük gerilemeler dönemleri olacak, küçükleri kısa geçmişte görülmeye başlanmıştı. Şimdi işe yaramıyor görünebilir ama karanlık dönemlerde epeyi zihin için bu düşünceler can simidi işlevi görecek, tabii okurlarıyla buluşabilirlerse.

(Ağustos 2007)

TARİHE İÇERİDEN ve DIŞARIDAN ARTI ÖZNEL ve NESNEL BAKMAK

12 Eylül 1980 sabahı, ‘bu hikaye 4 darbe ve 4 liberalizm ile sonuçlanacak’ denseydi, sanırım bunu hiç kimse kabul etmezdi.

Neden mi?

12 Eylül yönetiminin sol bir daha palazlanamasın diye, CİA uyanığı bir zihniyetle şeriatı beslemesinin, Hizbullah terörü, yeşil sermaye ve üstüne üstlük bu kez şeriata karşı bir darbeyle sonuçlanacağını söylemek, o zaman için aşağı yukarı imkansızdı.

Benim ayırsadığım ise, herşeyin bittiğiydi. Haklıymışım: Düşünün ki demokrasi 27 yıl sonra bile hala başlamadı. Bunu 12 Eylül sabahı bilseydim, ya intihar ederdim, ya da kaçardım.

Ancak:

12 Eylül yönetimi, 1. psödo-liberal Özal’ı kendi kadrosuna dahil etmişti. 1983’te yeniden ortaya çıktığında, oyunun ikinci perdesi olduğunu kimse ayırsayamadı, çünkü darbe ertesi şiddetin paniklemesi ve ambelesi sürüyordu.

4 darbe ve 4 liberalizm hikayesi en çok ABD’nin işine yaradı ama onların 1960’ta, 1971’de veya 1980’de bunu düşündüğüne ve planladığına ilişkin bir kayıt yok. Yalnızca şöyle bir kayıt var: 1990’da CİA akil adamı Fuller, AKP ve Erdoğan benzeri bir vizyon çizmişti. Erdoğan’ın bahtsızlığı, son 5 yılda ABD’ye bile yaranamaması oldu.

4 darbe ve 4 liberalizm hikayesi en az dolar milyarderlerinin işine yaradı ama onlar alaturka kapitalizmin böyle cilveleri olduğunu önceden bilebilirlerdi, yalnızca önlem almak akıllarına gelmedi. 1994’te ve 2001’de zararlı değil, karlı çıkabilirlerdi. Öyle yapanlar da oldu, çünkü uygun zamanlamalı tüyo almışlardı.

Bunlar geçmişe bakışlar. Tarih geçmişbilim olduğu denli, gelecekbilimdir de. Bir de geleceğe bakalım:

5. darbe olabilir ama 6. biraz zor olur, çünkü İspanya 6. darbe ertesinde 1 milyon ölülü bir iç savaş yaşamıştı. Biz hem o iç savaşı yaşayıp bitirdik, hem de bu kezki kayıp 20 milyonu bulabileceği için, askerin buna izin vermemesi daha büyük olasılık. Yani, orman yangınını bazı ağaçları yakarak durduracaklar.

4. liberalizm olabilir ama 5. biraz zor olur. Şu anda kriminalite aldı başını gitti ve resmi kayıtlar çok geride. O zaman öyle bir resmi kriminalite olur ki savaş cezaları geri gelir.

Geçmişte dayak yiyen en kahraman aslan münevver rolündeydim. Gelecekte kendim için böyle bir rol düşünemiyorum, çünkü trajedi komediye dönüşeli çok oldu. Kendim düşüp kendim gülmek istemem.

İktidar seçkinleri arasındaki deve güreşi ilk darbeden öncesinden beridir, Menderes’in ilk her sokakta milyoner, talan zengini yaratma sevdasından beridir var. O zamanki kurban olan toprak ağalarının yerini, bir devalüasyonla bir gecede bire üç kazanan pamuk sanayicileri almıştı. Bugün de sırtını gavura dayayanlarla, kendi söküğünü dikenler arasında bir mücadele sürüyor.

Filler hep tepişiyor, otlar hep eziliyor. Filler sevişse de, otlar yine hep eziliyor. Kitle, Kemalettin Tuğcu romanı oynamaktan bıkmıyor, bıkmıyor.

Sonuçta, tarihe içeriden de baksan, dışarıdan da baksan; öznel de baksan, nesnel de baksan; üç vakte kadar kan, ter ve gözyaşılı bir zulüm hikayesi görünüyor.

Sahi, memleketsel yangında ilk kurtarılacak nedir?

(6 Şubat 2007)

TARİHTE 250 YILLAR

650’de, 900’de, 1150’de, 1400’de İslam global zirvedeydi.

1500’de, 1750’de, 2000’de Hristiyan global zirvedeydi. Bence 2250’de olamayacak. Nasıl ki İslam’ın defteri 100 yılda dürüldüyse, Hristiyan’ın defteri de 2100’de dürülmüş olacak.

Hindistan 1000’de zirvedeydi. 2000’de değildi. 2100’de sanmıyorum. 3.000’de belki.

Sahi Çin, ne zaman zirvedeydi? Hiç global zirvede oldu mu? Örneğin, Qin zamanında M.Ö. 200’de? Şimdi oldu bile.

Colomb öncesi Amerikalar hiç global zirve olamadı, hatta epeyi global dip oldu.

Ya Afrika? Etyopya alfabesi ile belki zirveye yaklaşmışlardır.

Okyanusya ise Amerikalar kadar bile olamadı.

Global ısınma nedeniyle Kanada ve Sibirya-Rusya (belki ayrılırlar diye böyle yazdım), 2050’de, en geç 2075’te, belki geçici, belki kalıcı olarak, birer global zirve yakalayacağa benziyor. Norveç Kuzey Kutbu’ndan pay yakalarsa, o da öyle.

Bu durumda bunlar 2250’de zirve yakalamış ve orada kalmış olabilecek.

Eğer tersi durumda, geçici veya kalıcı bir buzul devri gelirse, Latin Amerika ve Afrika global zirve yakalar. Üstelik epeyi kanlı bir biçimde ödenir bu zirve.

Türkiye mi? 1838’den beridir, yani 170 yıldır ne yaptıysak, 170 yıl sonra 2078’de de onu yapıyor olacağa benzeriz. Diğer bir deyişle, 2007’de bile, 250 yıl önceki, yani Tanzimat’tan önceki zihniyeti koruyoruz hala. 

(2 Ağustos 2007)

TARİHTE 500 YILLAR

Tarihte 250 yıllık olduğu gibi, 500 yıllık döngüler de var.

1500-2000 arasında AB dünya egemeniydi, şimdi değil. Onu Çin, Rusya, ABD, Japonya geçti. Hindistan ve Brezilya da geçecek. Vietnam belki bir sürpriz yapabilir.

M.Ö. 1000’de ve M.S. 1000’de Avrupa’da 500’er yıllık boşluk dönemleri var.

Bu mantığı kullanırsak, 3000’de 500 yıllık bir boşluk dönemi daha olacak demektir.

Bu mantığı kullanmazsak, 2000-2500 arasını boşluk dönemi olarak sayabiliriz. 250 yıl alabilecek 2. Sanayileşme’nin tamamlanması, bu koşullarda 2750’yi bulur.

Bu durum, Orta Çağ Avrupa’sında ilk üniversitelerin kurulması ve Aristo’nun AB’lileştirilmesi sürecine benzeyebilir.

Bu durumdan en çok uzaycılaşma etkilenecek.

Ölümsüzleşme fazla etkilenmeyerek (bunu İbn-i sina’nın tıp bilgilerinin 1.000 yıl saklanması nedeniyle söylüyoruz, yani şimdiki tıp bilgisi de saklanacaktır), uzaycılığın önüne geçici olarak geçebilir.

Bunlar sorun olmayan bilgi alanları.

Şimdi de sorunlu bilgi alanlarına bakalım:

Teoman Akgür, Doğu-Batı arasında, kısa olarak 7-10 yıl, uzun olarak 50 yıllık çevrimler tanımlamakta. Savını olgularla da desteklediği için, onun irdelemediği ve/ya onun aksadığı durumlara bakmak gerek. Doğada vaşak-tavşan popülasyon arasındaki neden-sonuç ilintisi, (darvinizm tehlikesini göze alarak) duruma uyarlanabilir ve bir döngüdür (aslında durumu birbirini yiyen vaşak1-vaşak olarak kabul etmek daha makul). Tarihte güçlenen taraf, hem ezicileşmekte, hem de tepki çekmektedir. Japonya 1900 civarında Batı’yı yakalayan ilk Doğu olduğuna göre, bBatı’nın koloniyal emperyalizm süreci, 1500-1900 arasında, 400 yıl sürmüş demektir. Şimdilerde Doğu-Batı, Kuzey-Güney ve 1.-3. Dünya ayrımı giderek silikleşmekte.

Global ısınma, Kanada ve Rusya’yı 1’er milyar nüfusla 2100’ün en büyük ülkeleri yapabilir. Bu nüfus, yeni bir küçük buzul devri ile 2200’de kilitlenebilir ve çökebilir.

Güney’den Brezilya, GAC ve Avustralya geliyor. Kuzey’den AB en geç 2100’te dağılıyor.

Buraya kadar bilgi sorunu yok.

Sorun şurada:

Şimdiki durumuyla 1’er milyarlık Afrika ve Latin Amerika ne olacak? Meksika, geri kalanı satarak bir lümpenlik gösterdi ve resmen NAFTA’nın sömürgesi oldu. Şimdi de Brezilya deparda. Chavez hepsini biraraya getirebilecek bir motor güç değil ki Bolivar bile olamadı. (Buradaki durum, Atina’nın Persler’e karşı eski Yunan’ı birleştirdikten sonra, 170 siteyi (şehir-kenti) sömürgeleştirmesine benziyor.)

Asya’da sorun yok. Hindistan ve Vietnam deparda ama çok geriden başladıkları için, yolları uzun. Başarabilirler.

Araplar’a bakarak, Müslüman Pakistan, Bangladeş ve Endonezya’yı anlayabiliyoruz ama liboşlaşan Türkiye onlara kötü örnek olabilir ve onlar da liberalleşebilir. Global nüfusun % 10’undan söz ettiğimiz için, tam gümbürtü olur.

1900’de avcı-toplayıcı kültürel modda yaşayan milyonlarca kişi vardı. 2000’de çok çok azalmış durumda ama hala var, çünkü insan hakları bunu gerektiriyor.

Yani kültürel evrimsel atalet sorunu var ve bunu 1. Dünya ve/ya G-8 yaratmadı. Rusya 1970’lere dek 3. Dünya idi (bakınız: ‘Andrey Rublov’ filmi). Bugün Sibirya’da hala 50.000 yıl önceki gibi yaşayanlar var ve belki de gelecekte ayrı ülke kuracaklar.

Dünya’daki 2 milyar cep telefonu ve 1 milyar internet kullanıcısından ancak 600 milyonu, yani global nüfusun ancak % 10’u 2. Sanayileşme moduna girdi. Bu rota sürerse, 2150’de 15 milyarın 13,5 milyarı tarihi yine geriye çeker.

Ancak, nasıl ki AB geriye gidip ileriye fırladıysa, tarih er geç yaydan fırlar. Bu sırada nadaslanma ve gübrelenme ile yeni kültürler melezlenir ve beslenir.

5.000 yıllık tarihin bilimi, sanatı ve düşünü  bu kitleyi taşımaya yetmiyor. Sporu saf motor dili nedeniyle, 20 yıl önce dördüncü olarak tasarladım ama ondan entellektüel bir çıkış umamayız. Çıksaydı, çoktan çıkardı. Olimpiyatlar ve dünya şampiyonaları sayesinde milyonlarca sporcu var ama kitleleri geleceğe doğru hiçbir itmeleri yok.

Demek ki yeni bir şey gelecek. Benim kestirimim, bilim-sanat çatışmalarından ve tersine kompleks poliyalektiğinden birşeylerin oluşacağı. Üstelik bunun birkaç yüzyıl sürebileceği. 1800-2007 arasındaki öncü sanat tartışmalarından bunu çıkarsayabiliriz.

Onun dışında herşey 5.000 yıldır nasıl sürüyorsa, aynen sürüp gidecek. Sümer’de ateş başında bira içen köleler, neleri konuşuyorsa, proleterya bugün aynı koşullarda aynı şeyleri konuşuyor.

‘Tarih’ denileni binde birlik kesim yaptı (kimsenin aklına elitizm gelmesin). Sömürü gibi bahaneler beyhude. Türkiye’deki en zengin on binde birle en çok kitap alan on binde birin arakesiti pratikte sıfır. Bu kanıt yeter de, artar bile. Tüm mühendislerin artı-değer düşünceleri olan patentlere işverenleri el koyuyor. Devlet de artık entellektüelleri beslemiyor, öldürüyor.

Bu panorama tamam. Genelde eksik bir şey kalmadı.

Günün özdeyişi: tarihi yapanlar ve bunu bilmeyenler, bunu öğrenseler bile, yine de tarihi değiştirmek için uğraşmazlardı, tamamına yakını yani. Onun yerine, sürekli yakındıkları yaşamlarını olduğu gibi sürdürürlerdi, 5.000 yıldır da öyle yapıyorlar. Kitlenin % 1’inin standart biyografilerinin rotasından sapması tarihi alt üst eder.

(10 Ağustos 2007)


DÜNYA SİSTEMİ ÜZERİNE NOTLAR

Koyutlar

Tarihte ve kültürolojide ‘neden→sonuç’ ilintileri, nicel / ölçek olarak ‘makro→mikro’ veya ‘mikro→makro’ olarak kesinkes biçimde işlemez. Birebir yerine bireçok veya çokabir, hatta hiçehiç ‘neden→sonuç’ ilintileri olabildiği gibi, ‘az mikro → çok makro’ (kelebek, çığ, domino etkisi) veya ‘çok mikro → az makro’ ‘neden→sonuç’ ilintileri de olabilir. Sözü edilen kombinasyonlar; sıfır, epsilon, bir, iki, çok nicelemli olarak ‘nXn’ çeşitte gerçekleşebilir.

Makro-makro ölçek-ölçüt geçici olarak şimdi ve burada için geçerli olmak üzere 5.000 yıllık dünya, mikro-mikro dediğimiz ölçek yine aynı biçimde 50 yıllık (ya da bir biyografiden daha kısa sürelik) herhangi bir ülkedir. ‘Ülke’ dediğimizde, 30 milyon kilometre karelik eski SSCB veya 30 kilometre karelik Vatikan olabilir. Ayrıca 1.000-5.000 yıl arası ölçek de bu başlıkta irdelenecek.

Mikro-makro ölçek, 250-1.000 yıllık ölçektir.

Makro-mikro ölçek 100-250 yıllık ölçektir.

Mikro-mikro ölçek biyografi-zihin ölçeğidir ya en çok 100 yıllıktır.

Ölçekler değişirken, ölçütler de değişir. Diğer bir deyişle, tarih için nicel değişimler kendiliğinden nitel değişimlerdir. Örneğin bir biyografiye sığabilen 30 yıl ile bir biyografiyi aşan 150 yıl süre arasındaki ayrım nicel değil, niteldir, buna kısaca ‘kuşak ayrımı’ denir ve bambaşka altkültürlerden söz ederiz.

Tarihte ve kültürolojide ‘neden→sonuç’ ilintileri nitel olarak siyasal, dinsel, iktisadi, hukuksal ve ahlaksal gibi kategorilerle tanımlanabilir. Birinin diğerine önceliği yoktur, aralarında neden-sonuç ağları sözkonusudur ve her ilinti zaman içinde değişebilen ağırlık taşıyabilir.

İlkeler veya kurallar tümdengelimsel değildir, kendiliğinden var olup dayatılmazlar; tümevarımsal olarak, büyük sayılar kuramının çizdiği gözlemsel limitlerdir. Onlara bakarak süreksiz genellemeler yapmaya çabalarız.

Özdeşlik ilkesi tarih için geçerli değildir. Örneğin zaman aralıkları birbirine özdeş değildir. 500 yıl hiçbirşey olmayabilir, 5 yılda tüm tarih değişebilir.

Tarihte parçaların toplamı her zaman bütün etmez, kimi daha az, kimi daha çok edebilir. Başka bir deyişle, ülkesiz halklar (yaklaşık 4.800 tane) ve halksız ülkeler (meskun olmayan bölgeler, örneğin Antarktika veya Tibet’in % 90’ı) vardır, yani ‘ulus≡devlet’ ya da ‘ülke≥halk’, mantıksal ve matematiksel olarak hiç geçerli olmadı.

Bazı etkenler hem makro-makro, hem mikro-mikro olabilir. (Bakınız: ‘Mikro-Mikro’ bölümü.) Bunun modeli henüz kurulamadı.

Bu nedenlerle toplamda model olarak kaos matematiği ve akışkanlar devimseli kullanılabilir. Aslına bakılırsa, tarihin matematiği sistematik olarak henüz icat edilmedi. Kayan veri tabanlı istatistik konuya en yakın matematiksel alan.

Nicel

Makro-Makro

‘Dünya Sistemi’ dediğimizde, Andre Gunder Frank ve Barry K. Gills’in derlemesiyle oluşturulan ve William H. McNeill, Andre Gunder Frank, Barry K. Gills, K. Ekholm, Jonathan Friedman, David Wilkinson, Samir Amin, Janet Abu-Lughod, Immanuel Wallerstein tarafından yazılmış makalelerin oluşturduğu kitabın söylem düzlemini ve proto-paradigmayı anlıyoruz. Bu henüz hatları kesinleşmemiş bir oluşumdur. Roma Klübü’nün 1. Fütüroloji olması gibi, bunu ‘1. Dünya Sistemi’ olarak da tanımlayabiliriz.

Dünya Sistemi’nin başka versiyonlarını da tasarlayabiliriz. 7.500 yıllık sistem başka bir örnektir.

Tüm bu versiyonların sentezi en çok 250 yıl içinde yaratılır. Az kaldı insan türünü yok edecek olan, ABD-SSCB karşıtlığının yalnızca 45 yıl sürdüğünü unutmayalım. 250 yılda birden çok kez sentez kritik eşikleri de yaratılabilir.

Mekansal olarak, Avrasya + Kuzey Afrika yatay / doğu-batı, Kolomb öncesi Amerikalar dikey coğrafyasal perspektiflerdir. Burada değişkenler topografya ve iklimdir. Bu bağlamda, Asya-Avrupa çatışması tarihle yaşıttır: Bazı Avrupa halkları yazıyı taa M.S. 1000’de tanıdı ve yazının icat edildiği topraklarda bugün okuryazarlık oranı % 75’ten düşük.

Bu ayrım, Amerikalar’da tekerleğin icadını 10.000 yıl, yazının icadını 5.500 yıl ertelemiş ve bunu beceremeyen uygarlıkların, bunu becerebilmiş uygarlıkların ardılları tarafından yok edilmesiyle sonuçlanmıştır. Benzer bir ardıllık Polinezya Adaları’nın birinci kuşak yerleşimcilerinin, aynı soydan gelen ikinci kuşak yamyam yerleşimciler tarafından yok edilmesidir. Unutmayalım: Amerikalar’ın halkı Asya’dan göç etti. Ek olarak, daha büyük ölçekte Eskimolar ve Yanomamöler, kutupta ve çölde 100.000 yıl kültürel açıdan evrilmeden yaşadılar.

Bütüncü yaklaşımda, geçmişe doğru 5.000 yıllık veya geçmişe doğru 2.500 yıl ve geleceğe doğru 2.500 yıl olmak üzere 5.000 yıllık 2 devlet-zaman perspektifi farklı sonuçlar verir.

İkisinin bireşimi henüz tasarlanmadı.

7.500 yıl için, elimizde yazı / devlet - Aristo / Lao Tzu - şimdi / 2. Sanayileşme - dünya dışı sürekli yerleşim perspektifi var.

Dünya dışı sürekli insan yerleşiminin Güneş Sistemi’nde, Samanyolu Gökadası’nda, Andromeda Gökadası’nda veya daha ötede olması 7.500 yılın kendisinden sonraki 7.500 yıllık perspektifi belirleyecek.

1957’de uzaya çıkış insan türünün yok olabileceğini imleyen bir Verhulst çatallanmasıydı (: bifürkasyon). Ondan önce de 1945 atom bombalarının türü tümüyle yok etme olasılığının çatallandırması vardı. Bu tür çatallanmalar, evrim boyunca da birkaç kez görüldü. Çatallanmaların ardından yalpalamalar (: pertürbasyon) geliyor.

4500 erimi, tarihöte denli evrimöte de içerir, çünkü uzaydan söz ettiğimizde, tarih denli, evrim de başkalaşır. Ya da başka bir deyişle: Tarih, uzayda / Evren’de Dünya’daki gibi tekerrür etmeyecek.

Birleşmiş Milletler Üniversitesi’nin 3000 yılı için tasarımları tamama yakın gerçekçilikte. (Bakınız: İnternet.)

Tarih 2005 momentiyle 12.000 yıl için; avcı-toplayıcı, çiftçi-çoban, 1. Sanayileşme ve 2. Sanayileşme kültürel modları olarak tanımlanabilir. Eski tasarımlar, yeni olguların perspektifiyle önemsizleşmiştir. Örneğin yaygın kölecilik Eski Yunan’da bitmedi, 20. Yüzyıl’da bile vardı. Köleler işçilerden daha az sömürülüyordu, çünkü yazılı hukuk haklarını düzenlemişti, örnekse Eski Mısır’da ederi bugünkü fiyatla asgari ücrete denk düşebilecek bira miktarı kölelere hak olarak verilmişti.

1000’lerdeki global en zengin ülke Hindistan’ın, 1200’lerdeki global en büyük ülke Moğolistan’ın, 1400’lerdeki global en büyük ve zengin ülke Osmanlı’nın, 1800’lerdeki topraklarında güneş batmayan imparatorluk İngiltere’nin bügünkü durumlarına bakmak tarih için iyi bir ders olsa gerek.

En uzun süren devletler 1.000 küsur yıl ile Roma-Bizans, 800 yıl ile Endülüs, 600 yıl ile Osmanlı olmuş. Çin’i 2.000-3.000 yıllık bir ülke sayanlar var ama bu durum tartışmalı, yine de toplamda en uzun süreli uygarlık onlarınki. En geniş ülkeler 1200’lerde Moğolistan, 0’larda Roma, 1400’lerde Osmanlı, 1800’lerde İngiltere olmuş. Bu rekorların bir daha kırılması zor. En azından 4000’e dek. (Bugünün dünya jandarması ABD’nin bunların hiçbirine yaklaşamadığını belirtelim.)

Belirli bir bölgenin, diyelim Anadolu’nun 1 veya 50 devlete bölünmüşlüğünün herhangi biri tarihsel açıdan daha anlamlı değildir. Dünya’nın 20. Yüzyıl’da 50’den 200 devlete yol alması, ne daha büyük bir karmaşa, ne de daha büyük bir düzen demek olmadı. Onun yerine tekkutupluluğun, çiftkutupluluktan daha büyük karmaşa getirdiği ortaya çıktı.

En büyük eksi nüfus değişimlerini savaşların değil, salgın hastalıkların ve göçlerin yaratması önemli bir gösterge. Göçlerin ölüm olmadığının altını çiziyorum.

2. Sanayileşme’nin limit sıfır mesai paradigması bir ütopya-cennet değildir, Bugün bazı insanlar için boş zaman cehennemdir. Kahveler ve televizyon gibi kültürel malformasyonlar bunun kanıtıdır. Keza 150 yıl yaşamak da bazıları için cehennem azabı olacaktır. İşte o nedenle, tarihte ve evrimde Verhulst çatallanmaları yaşanıyor. Evrilmeyen kültürler sonsuza dek barış içinde yaşayamaz, kardeşleri gelir onları cızbız yapar.

Dekadans her zaman kriz dönemlerine tekabül etmez.

Eski Yunan’ın ve Eski Mezopotamya’nın binlerce yıllık doğal afet kalıntısı bırakması, insanın sanayileşmeden önce de benzer durumda olduğunun bir kanıtıdır. Bunu insan türünün tümel dekadantlığı saymıyoruz.

Mikro-Makro > Makro-Mikro

M.Ö. 500 - M.S. 2000 Aristo-Lao Tzu sentezi olarak kesinlik taşır.

2000-2250 arası 2. Sanayileşme olarak kesinlik taşır. 1950-2000 arası proto-2. Sanayileşme idi.

1750-2000 1. Sanayileşme olarak kesinlik taşır.

1500-1750 koloniyalizm olarak kesinlik taşır.

Bir görüşe göre, Braudel diyelim, ‘1500-2000 arası (ön ve asıl) kapitalizmdir’ denebilir.

Bir görüşe göre, benimkisine göre diyelim, 1750-2250 Sanayileşme olarak, 2000-2250 2. Sanayileşme olarak kesinlik taşır.

Koloniyalizmi ilk olarak İspanya-Portekiz ve 1. Sanayileşme’yi ilk olarak İngiltere başlattı ama her iki durumda da ilkler 100 yıl içinde geçildi. Birinci şıkkın ikincisi, ikinci şıkkın birincisi olan İngiltere.

Kömür-petrol enerjisi dizisi, şaşırtıcı olarak nükleer güç ile değil, bitkisel yağ ve bitkisel alkol yakıt ile devam edebilir. Bu bir tarihsel novumdur (artı-değer olanaktır).

Dünyanın en az üçte birinin enerji ve gıda sorunu yok, krizler onları pek etkilemez. Her ikisi birebir çakışmayabilir.

Uyuyan dev Çin’in uyanmasının, 21. Yüzyıl krizlerini en az 30 yıl öncesine alabileceği 2005’te ortaya çıkmış durumda. Çin artık durdurulamaz. Bu da tarihte de devinimin (viskositenin) bir ölçüde korunduğunu gösterir.

Hindistan gibi, bir zamanlar dünyanın en zengin ülkesi olmuş bir ülkenin tarih açısından 1800-2000 arasında 200 yıl hiçbir etkinlik taşımaması ilginç. Hoş Çin de öyleydi ama Hindistan en az 50 yıl daha öyle kalacağa benzer. Bu da makro niceliklerin her zaman makro nitelikler yaratmadığının diğer bir göstergesi.

1492-1992 arasındaki 500 yıllık sürede İngiltere, Fransa ve Rusya’nın 100 küsurar, 1299-1919 arasındaki 620 yıllık sürede Osmanlı’nın 295 savaşa girmiş olması yayılımcılığın yayılanları er geç tükettiğine ilişkin bir gösterge.

500 yıl dünyayı kolonileştiren AB’nin üye ülkeler tüm kolonilerini yitirdikten sonra birleşebilmesi siyasal olarak ironik.

700-1700 arasındaki Çin’de 382 halk isyanı çıkmış olması üzerinde özellikle çalışılması gereken bir durum. Bu denli içkin bir kültürün bu denli aşkınlık göstermesi özel bir ikilem.

Makro-Mikro

1900’deki Habsburg, Osmanlı, Romanof makro iktidarlarının 2000’de anımsanmıyor bile oluşu, durağan tarih dönemlerinde bile 100 yıllık erimlerin önemini vurguluyor.

1914’teki 1. ve 1939’daki 2. Dünya Savaşı’nın 2005 AB’sinde bile anımsanmıyor oluşu, manipülasyon gücü konusunda bizi kuşkuda bırakıyor.

1917’deki Rus ve 1949’daki Çin dünya devrimlerinin 1990’daki önemsizliği bunların yeniden çıkış yapabileceğini akla getiriyor.

1950’de % 10 bile sayılmayan ateistlerin 2050’de % 30 ile dünyanın en kalabalık inanç(sızlık) kümesi olacağı belli. Bunu ateist engizitör Çin bile istemedi.

2005’te ayralların özürlülerin kalabalıklığı nedeniyle % 20’yi geçebilecek olması toplumsal devimselleri epeyi değiştireceğe benzer.

2005-2055 arasında AB ve ABD’de beyaz ırk ile sarı, kahverengi ve siyah ırk arasındaki etkileşimler önümüzdeki 50 yıla damgasını vuracağa benzer. Nüfusunun yarısından azı beyaz olan bir ABD parçalanabilir. Nüfusunun yarısından azı sarıkafa olan bir AB’de karakafalar sarıkafaları sömürür ve ezer. Unutmayalım ki Avrupa’nın doğusu ve güneyi zaten karakafa ve bunun nedeni istilalardı ama kimse karakafa Macarlar’a ve İtalyanlar’a ‘bunlar Avrupalı değil’ demiyor.

Mikro-Mikro

Ayrallar tüm sistemlerde ayraldır.

Aile tüm sistemlerde ailedir. Genetik, biyolojik ve psikolojik anne ayrımları ailenin anne ayağını zedeledi. Boşanma oranları baba ayağını zedeledi. Artık çekirdek aile dağılıyor. Bu ailenin aileliğiyle çelişmez, ABD’nin aileyi korumak isterken dağıtmasının çelişki olmadığı gibi. Aile kurumu yeni bir tutuculuk dalgasıyla yeniden güçlenebilir.

Yaşlılar tüm sistemlerde yaşlıdır.

Çocuklar tüm sistemlerde çocuktur.

Kadınlar tüm sistemlerde kadındır. Son birkaç onyılda AB ülkeleri bu konuda değişim yarattı.

Aileyi onu en çok korumak isteyen makro kategorilerden biri tasfiye etti: ABD.

Aileyi onu en çok tasfiye etmek isteyen makro sistemlerden biri tasfiye edemedi: Eski SSCB.

Bireysel dekadans her zaman faşizme tekabül etmez: Tüm Naziler eşcinsel değildi. Daha da önemlisi Nazi Yahudiler vardı.

Dahiler mikro-mikro ölçekli olup makro-makro ölçütte paradigma başkalaşımı yaratabilirler. Bu nedenle, tarihöte ve evrimöte de dahilerden gelebilir.

Tek bir biyografiyi hümanist değerlere uygun duruma getirebilecek kültürel bir mod henüz yaratılmadı. Makro-makro bir sonuç-boşluk (veya sonuç-yokluk) olsa da, mikro-mikro bir neden.

Kadınlar hala henüz tarihe ve devlete katılmadı. Makro-makro bir sonuç-boşluk (veya sonuç-yokluk) olsa da, mikro-mikro bir neden.

Nitel

Siyasal

Sözü edilen 2.500 yıldır bir halk yönetiminin (demokrasinin) kurulmamış olması, kötü yönetenlerin iyi yönetilenleri ezmesi nedeniyle değildir. Evrimden devralınan bir gelenektir.

AB ve ABD’de oy verme oranının % 50’nin altına düşmesi kitlelerin siyasal durumunu imler: Ayırtsızlık. Gerçek siyasal koşullarda da seçilenin durumu değiştirmemesi ayırtsızlığı çakışsa bile, ikisi farklı ayırtsızlıklardır.

İktidar seçkinlerinin asker, paracı, siyasetçi, entellektüel bölümleri aşağı yukarı 6.000 yıldır aynen var. Bir tek din adamları gitti, medyatörler geldi.

Günümüz koşullarında yerel seçimlerde seçmenlerin % 5’i denli seçilen adayı olabilmesi durumun yalnızca görüntüselliğinin bir göstergesi.

Apartman yönetmenin zorluğu, ülke yönetmenin zorluğunun en küçük ve en uygun örneği.

Dinsel

1998 Dünya Dinleri

Ateist-Dinsiz        909.000.000
Hristiyan           1.943.000.000
Müslüman         1.165.000.000
Hindu-Budist     1.116.000.000
Animist                250.000.000
Diğerleri              617.000.000

Toplam             6.000.000.000

2030 Tahmini Dünya Dinleri

Ateist               1,5
Hristiyan           1,5
Müslüman         1,5
Hindu-Budist     1,5
Dinden muaf     1,5
Animist             1,5
Diğerleri           0,15

Toplam             9,15 Milyar

Musevilik, Hristiyanlık ve İslam kendiliğinden engizitördür. Hristiyanlık’ta Haçlı Seferi, İslam’da cihat vardır. İsrail, hem faşist, hem de engizitör tek ülkedir.

Ateistlerin çokluğu engizisyonu düzeltmeyecek.

Dinler 2.500 yıl sonra da (yani bu metnin zamansal eriminde) var olmayı sürdürecek.

Yeni dinler üretilecek.

Bahaizm gibi küçükler dışında, eski dinlerin tümden yok olması beklenmez.

Dinlerin gücü, 1.000 soruya bir tek tanrı ile yanıt verebilmesi, insanların ölümden korkması ve aptallığı artı cehaleti yeğlemesidir.

Ahlak

Bugüne dek geçerli ya da uygulanabilir aksiyolojiler icat edilememiştir. ‘Hammurabi Yasaları’ veya ‘10 Emir’ aynı şeyleri emretse de ve ahlak ilkeleri olsalar da, onları ihlal oranı hiçbir zaman belli bir oranın altına düşmemiştir. Ben karamsarım: % 50 diyorum.

Yanısıra, ahlakın kötüsü, dinin günahı ve hukukun suçu insanları 3 yandan sarsa da sonuç aynı olmuştur. Örnekse, ne idam cezası, ne de cehennem korkusu kan davasını engellememektedir.

Devamında ironik olarak, çocukları kan davası cinayeti yoluyla hapse yollamak apaçık bir ahlaksızlık olsa da, feodalizmin erdemleri arasında sayılmaktadır.

Para, kapitalizmden öncesinden beridir de, insanları ahlaken yanıltan en önemli etken olmayı sürdürmektedir.

Tüm bunlardan insanın doğasının ahlaksızlık olduğu sonucu çıkarsanamaz. Yalnızca şiddetin insanı hala doğruya ittiği söylenebilir.

İktisadi

Tarihte somut koşullar insanları etkiler ama sanıldığı denli çok değil. Din savaşları her iki tarafa da her zaman madden çok zarar verse de, kimse savaşı önleyememiştir. Daha birkaç binyıl da böyle gider.

Neolitik Devrim’in insanların zorunlu çalışma süresini başta arttırması gibi, iktisatsal ikilemsel olgular vardır. 1. Sanayileşme ertesinde haftalık 30 saat mesai yetebilecekken, tümüyle inat yüzünden 40-45 saat civarındadır.

Birinci Sanayileşme şunu kanıtladı: Üretim tüketimden çok olabilir. 6 milyar gibi devasa bir nüfusun tüm gereksinimleri sömürü olmaksızın karşılanabilir. O nedenle, çözümsüzlük iktisatsaldan çok ahlaksaldır, bir de ergonomiseldir.

Sömürü kavramında yanlış olan şu: İktisat her zaman sıfır toplamlı bir oyun modelinde değildir. Artı veya eksi toplamlı iktisatlar da olabilir. Artı toplamlı bir iktisatta da sömürü olabilir. Asıl önemlisi, ‘ekonomik değer’ kavramı sanılandan çok muğlaktır. Malların fiyatının kesinliği ve belirginliği diye birşey yoktur. O nedenle, dünya sistemini iktisat modeline dayandıran anlayış gerçeği epeyi ıskalar durumdadır.

Şu anda dünyada üretilen metaların en az yarısı hiçbir işe yaramaz. Reklamlar aracılığıyla hiçlik ekonomisi kurulmuş durumda. Bu hizmet sektörürün gereksiz işler de üretmesinden farklı bir durum.

Şu anda üretilen metalarda israf oranı çok yüksek. Temel gıda ekmekte İstanbul’a % 10 örneğin ki bu günde 200 gramlık 2 milyon ekmek demek, resmi sayılarla sabittir. Bir araba 20 yıl kullanılabilecekken, 5 yıl kullanılmıyor. Yeni yapılan bir ev 10 yılda yaşanmaz duruma geliyor ama 100 yıldır rahat rahat yaşanabilen evler mevcut.

AB ülkelerinin dünyayı 500 yıl sömürdükten sonra, vatandaşlarına kişi başına ortalama gelir ile yaşanabilir bir yaşam sunamaması ironik. Ekonomik değerin tarihsel olarak aktarılmasında süreksizlikler olduğunun en güzel örneği bu durum. Tamam, savaşlar artı değeri tüketir ama bu kadar da eritmez.

Novum

Tarih şimdiye dek olmadığınca, açık uçlu bir akış durumunda. İrdelenen paradigmalar bunun göstergesi.

İnsan türünün yok olma olasılığı geçici olarak azaltıldı. Bunu tarihöte ve evrimöte için bir an önce kullanmak durumundayız, yoksa fırsatı kaçırabiliriz ama bu konu bu metnin dışında kalır.

Bu metnin seyir hedefi bu açıklığa yeni novum-yollar eklemek.

Bu metin, daha çok doğrusal programlamadaki sınır doğrular ve kesişim köşelerinin kritik değerler vermesi mantığıyla, tarihinin kritik değerli kaplamlarını ve kapsamlarını tanımlamak için yazıldı-çizildi.

Bazı bölümlerde, örneğin nitel bölümlerde mantıksal gevşeklik oranı arttı, çünkü pratikteki durum da öyle, olgular dağınık. O nedenle, nitel bölümler daha kısa yazıldı.

Dünya sistemi için, alan olarak % 30’dan (Antarktika, Büyük Sahra, Amazonlar, Sibirya’nın yarısı, Avustralya’nın yarısı, Kanada’nın yarısı, Tibet’in tamamına yakını), nüfus olarak % 20’den büyük bir nicelik (ayrallar, 3. Dünya’dan sonrası, 50 en küçük ülke, ülkesiz halklar) tanımdışı bırakıldı. Yine de, ikilemsel görünse de, buradaki savların geçerlilik oranı neredeyse % 98,5’tur. Geçerli olmayan, Kolomb öncesi Amerikalar’dır, onlar da tarihsel karşısav olabilecekken yok edilmişlerdir. Sistem dışı kalan bu kalabalıklar gelecekteki krizlerde farklı bakış açıları üretebilecektir. Şu anda 500 yıllık 1. Dünya bakış açsının açmazı ve çözüm önerilerinin onların dışından gelebilmesi bunun için yeterli bir kanıttır.

Sonul amacımız, eldeki verileri derleyip, ayıklayıp, denklemleyebilmektir. Tarihsel simülasyonlarla veya başka bir deyişle analitik fütüroloji ile elimizde daha büyük olanak uzayı olacaktır. Böylelikle kriz dönemlerinin sıfır veya eksi olanak durumları çözülebilecek veya önceden engellenebilecektir.

Dünya sistemine 100 yıl kadar minimum müdahale, şimdiye dekki global ideolojilerin yarattığı düşüncesel düğümlerin (açmazların) azalmasına katkıda bulunacaktır. Bu kültürel koruyucu hekimlik anlayışıyla çelişmez.

Dünya sisteminin modeli determinist değil, Lorentz çekicisinin çevresinde çizilen limit grafikler gibidir. Olanak olarak % 50-75 arasındayız. Bu, bugünkü belirsizliklerin çoğunun 2500’lerde bir biçimde kesinlik kazanmış olacağı anlamına da gelir.

(Kasım 2004)

DİNAMİK TARİHSEL MODELLER

2 tane Julia Kümesi veya Fatou Tozu düşünelim. Bunlar Verhulst denklemine uygun ama parçaları birbirine değmeyen geometrik dağılımlardır. Bunları gerçekten fiziksel yapılar olarak düşünelim. Bunlar birbirine çarptığındaki durum, toplumsal durumları dinamik olarak modelleyebilir.

Eğer, esnek katı fazdaysalar, yaylar sistemi gibi davranıp, etki-tepkiyi eşzamanlı olmayan biçimde salınımla yayabilirler.

Eğer akışkan (sıvı veya gaz) fazdaysalar, birbiri çevresinde dolanır ve eğilip bükülürler. Hatta ozmosis işleyip, iki farklı sistem birbirine geçişebilir ki bu tam da iki farklı kültürel sistemde yaşanandır.

Toplumsal sistemlerin dinamiği bu ikisi arasındaki katsayılarda gidip gelir. O nedenle belki olasılıktaki ‘0-1’ gibi bir aralıkla bu durum modellenebilir.

(7 Şubat 2006)

TARİHTE ÖLÇEK

Tarihsel irdeleme süremizi 250 yıl ve uçları 1750-2000 AB seçersek, elimizde anlamlı göstergeler bütünü olabilir. Bunu ileri veya geri taşırsak anlam kaybolabilir. O zaman da dağınıklıklar, düzenlilik, dağınıklıklar gibi bir panorama görürüz. Bu da, yoğunlaşmaların nasıl olabildiğine ilişkin bir inceleme yolu gösterebilir. Örneğin 1625-1875 İngiltere seçiminde, sanayileşmenin kaostan nasıl oluşturulduğunu gözleriz.

(29 Mart 2006)

TARİH İÇİN KUMDAN KONİ MODELİ

Eğer yukarıdan en yüksek noktasına, belli / sabit bir uzaklıktan kum akıtırsanız, kum birikir birikir, sonra dağılır dağılır, sonra koni yeniden yükselmeye devam eder.

Bunu tarihteki toplam bilgi birikimi için bir model olarak düşünebiliriz.

Tarihte kesinlikle bilgi birikme ve dağılma dönemleri var.

Burada bilmemiz gereken şey, koninin yanal yüzünün açısının limitte sabit olduğudur. Kumun ne kadar yükseklikten bırakıldığı değişmeyecekse, bu bir statik modeldir. Değişirse, dinamik bir modeldir.

Sorun şu ki 5.000 yıllık yekpare tarihte devlet sistemine bağlı bir genel modelleme yapabildik ama bilimsel bilgi birikimi için yapamadık, çünkü bilimsel bilgi birikimi diğer bilgi birikimlerinden henüz karşılıklı bağımsız değil (örnekse, doğrusal olmayan zamanların bilim yerine sinemada tasarlanmışlığı).

Yine de, sonul erime yakınız. En çok 200 yılımız var. (Asimov’un psiko-tarih kuramındaki ‘fetret devrini kısaltma yaklaşımı’nı burada kullanmayacağım, bence ‘batıcı bilgi arttırımı’ yaklaşımı, Heisenberg’de olduğu üzere, burada / bilimde işe yaramıyor.) 2. Bilim de tamamlanacak ve 1. Bilim’le birleştirilip asıl-tek-bütün bilim olacak. Bu dünyanın fotoğraflarla haritasının yapılmasına benzeyecek. Dünyanın coğrafyası kuşkusuz değişecek ama kısa vadede haritalar işlevsel kalacak.

Küçük veya büyük bir bilgisel / bilimsel eksilme dönemindeyiz ne yazık ki.

Deliliğimin küçük bir bölümü buna bağlıydı. Şöyle ki: Bile bile bilgisel vakuma düşüyordum / yol alıyordum ve bu beni (epeyi bir olasılık) öldürecekti.

Dipnot: Bu parçayı yazarken, Amin Maalouf’un ‘Yüzüncü Ad’ adlı romanını okuyordum. Onun 400’e yakın sayfada yapabildiğini ben 1 sayfada ve başka bir yoldan yaptım.

Artı: Moral didaktik biçemiyle ‘Yüzüncü Ad’ ‘Don Kişot’u taklit ediyor, geçtiği yıllar benzer olduğundan. Bu açıdan  zaten ‘Don Kişot’ gecikmiş bir örnekti, Shakespeare’in gecikmiş bir örnek olması gibi. Burada gecikmemiş örnek, Yusuf has Hacib’in 11. Yüzyıl’daki ‘Kutadgubilig’i olabilir.

(23 Mayıs 2006)

TARİH BİLİNCİ

Tarih bilinçsizliği 1850-1950 arasında sanatçıyı eksik kılmış ama 2006’da tam kılmıyor.

Tarih bilincim tam ama tarih(çey)e önerim yok, modelim de yok, çünkü yaşamda yok ve böyle dönemler olduğunu daha önceden de biliyoruz: Müdahalesizlik en temiz sonuçları verir.

Tarih bilinci(m) ne işe yarıyor?

Mezara (veya eski dönemin yokoluşuna) giden izleği görebilmene yarıyor.

(1 Haziran 2006)

TARİHTE BAŞKALAŞIM, DEVRİM, DÖNÜŞÜM ve DEĞİŞİM

Tarihte değişim farklı niceliklerde ve niteliklerde olabileceği için, onun için birden çok tanım kullanılabilir veya yaratılabilir. Konuyu tümelden tikele, genelden özele, makrodan mikroya doğru başaşağı yönde akıl yürütmelerle ele alalım:

‘Başkalaşım’ deyince, 10 küsur bin yıllık tarihin ve 3 küsur milyon yıllık evrimin içindeki, Neolitik Devrim gibi, uzaya gitme gibi çok küçük sayıdaki özel olguları anlıyoruz. ‘Neolitik Devrim’ denilen, insanın yerleşik yaşantıya geçmesini imleyen bir başkalaşımdır. Bugün ‘uygarlık’ dediğimiz herşey; yazı, kent, ticaret, savaş, hukuk, vd o olgu sayesinde gerçekleşmiştir. Beslenme biçimi değiştiği için, insanın bedensel özellikleri de değişmiştir. Başkalaşım evrimle eşdeğer düzeydedir ve insanla maymun arasındaki genetik fark yalnızca % 1’dir. Demek ki en büyük değişim olan başkalaşımla bile % 1’lik bir değişim oranı anlıyoruz.

 ‘Devrim’ deyince, 20. Yüzyıl’daki Rus ve Çin Devrimi’ni anlıyoruz. Bu anlamıyla devrim ilk kez 1789’daki Fransız Devrimi için kullanıldı. Atatürk inkılaplarından söz etsek de, bir Türk Devrimi’nden söz edemeyebiliriz. Bu durumda devrimi %o 1’lik bir değişim olarak tanımlayabiliriz. Örneğin ABD ve SSCB ikili ülkesel karşıtlığının vatandaşları, kültürolog Murdoch’un 1.000 maddelik listesinde, 999 nicel ve nitel ortaklık taşıyorlardı; aynı yemekleri yiyor, aynı füzeleri ve uzay mekiğini icat ediyor, aynı metroya biniyor, aynı telefonla iletişim kuruyorlardı.

‘Dönüşüm’ deyince, inkılapları anlayabiliriz. Atatürk inkılapları toplumu ancak %o 1 - %oo 1 arasında değiştirebildi. Geri kalan değişkenler sabit kaldı. Bugün İstanbul’un 1906 ve 2006 fotoğrafları tıpatıp aynı olan hektarlarca alanı ve yüzbinlerce insanı var. Türk mutfağı 150 yıldır aynı. Evkadınları yüzyıllardır aynı biçimde yaşıyor. Yani, bir İstanbul inkılabından söz edemiyoruz.

‘Değişim’ deyince, daha çok reform türü nitelikler anlaşılır. Bu da %oo 1’den küçük oranda tümel değişimler demek olur. 1983’te Özal, 1993’te Çiller, 2003’te Erdoğan iktidar sahibi olarak değişti ama uyguladıkları politika taa 5 Nisan 1980’dekilerin aynısı oldu. 20 yıldır aynı para barbarlığı dayatılıyor.

Bu işin dikine tanımlaması. Şimdi değişimi kendi içinde yatay olarak irdeleyelim:

Değişim her zaman gerekli ve/ya kültürel ve siyasal açıdan işlevsel olmayabilir. Örneğin, askeri ve/ya karşı darbeler de birer değişimdir ama Türkiye’de görüldüğü üzere, gerçekleştirildiklerinde milyonlarca kişi işkence ve zulüm görür ve bu insanlık suçudur, yani olumsuz bir durumdur. Tabii, darbelerin her zaman destekçileri vardır, çünkü tıpkı cinayetlerden çıkarı olanın katil olması gibi, darbelerden ve savaşlardan çıkar sağlayanlar da her zaman vardır. Bugün hala ‘darbe olabilir’ değişmezliği varsa, o çıkar sahibi destekçiler nedeniyledir.

Değişimler çok aşamalı olabilir ama yine de istenilen sonuca ulaşmayabilir. Türkiye ordusundaki değişim, Yeniçeriler (ki ondan önce de başka düzenlemeler vardı), Asakir-i Muhammediye, Nizam-ı Cedid, Harbiye, Harp Akademileri dizisi biçiminde olmak üzere, Tanzimat’tan bu yana süregelmekte ve darbelerin gösterdiği üzere bu da hala yeterli olmamakta. Bunun nedeni temelde ağır işleyen bürokratik çarklar. Bir karar alınıp uygulanana kadar, o işlem yaşamın içinde geçersizleşiyor. Örneğin, artık ‘zorunlu askerlik’ değil, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde imlenen ‘yaşama hakkının kullanımı olarak askerliği ret’ tartışılsa gerek. Ordu, sivillerin ölmesini isterken, hiçbir şeyi tartışmaya yanaşmıyor.

Değişimi değişime karşı olanlar gerçekleştirebilir. Eski şeriatçı yeni Müslüman demokrat AKP’nin şimdi AB sürecine katkıda bulunması gibi. Dünyada hem muhafazakar, hem liberal parti yoktur. Bizde liberalleşmeyi uygulamak muhafazakar partilere kaldı. Aileyi yok etmek de, ailenin en çok savunulduğu G-7 ülkesi olan ABD’ye kaldı.

Değişimler kolay kolay hesaplanamaz ve denetlenemez. Dünyanın hiçbir stratejisti 11 Eylül’ün zamanını öngöremedi. ABD şu anda olayların akışını denetleyemez durumda. Asıl önemlisi, dünyanın tüm akilleri bile, bundan sonraki gidişatın ne yöne doğru olduğunu / olacağını gösteremiyor. Oysa, kaos matematiği olgu tanım hacminin dış sınırlarını çizmekle yetinir, bu sınır da ABD’nin yıkılacağıdır. Ama nasıl, ama ne zaman bunu kestirmemiz gerekmiyor, ayrıca kestirme çabamızın artması da kestirim bilgimizi azaltabilir..

Değişim insanlar üzerinde ‘yabancılaşma’ gibi, olumsuz zihinsel ve kültürel etkiler yaratabilir. Örnekse, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilkokul öğrencileri arasında intihar oranı artmıştı (bakınız: Niyazi Berkes, Anılarım, İletişim Yayınları). Kültürel kimlik değişimi hızlı olunca, genelde insanlar üzerinde travmatik bir etki yaratıyor. Türkiye’de kadınlar 4 kuşaktır çalışıyorlar ama hala klasik kadın rolünü terkedemiyorlar. Herkes boşanıyor ama bir daha evlenip bir daha boşanıyor. Bu da kısırdöngü yaratıp, toplumsal açmazların boyutunu büyütüyor.

Değişimin makro ve mikro ölçekleri ve ölçütleri birbirine karışabilir ve kimi çatışabilir. Örneğin, Avustralya’da Aboricinler yazılı kültüre geçmeyi reddedip toplumca yok olmaya karar verirken, Endonezya’da bir yamyamın çocuğu psikiyatrist olabilmektedir. Bu tür örneklerde neden-sonuç ilintileri bilgisel açıdan anlamsızlığa varacak denli muğlaklaşabilmektedir. Bizde de, gecekonduluların zenginkondulaşması sonucu ortaya çıkan özkimlikiçi sömürü hümanizmi dışlamaktadır, kendisi iki evlik arsayı gasp eden biri, kardeşine ikinci parseli fahiş fiyatlarla satabilmektedir ve bunu yapanlar insan sevgisini en çok öne çıkaran kültürel-dinsel kimliğe ait kişiler olabilmekteler. Bugün; Köy Enstitüleri’nin kırsal nüfusu yerinde tutmasının yerine, aynı nüfusun tarım işgücünü % 5’e çekmek için kentlerde aç bilaç yığılmasına ve bu işsiz güruhun şiddetin dozunu kovboy filmlerininkine dek taşımasına, yeni liberaller şakşakçılık yapmaktadır. Oysa, bilgi toplumu çağına girdik ve bu çatışmalar o kültürel modda tanımsız.

(Şubat 2005 / Düzeltme Ekim 2006)

FÜTÜROLOJİNİN TEMEL İLKELERİ

GELECEK NEDEN KESTİRİLİR?


  1. Anlamak için. Olmuş olanlar, olacak olanları anlayarak daha kolay anlaşılabilir.

  1. Birileri geleceği ipotek etmesin diye: Önümüzdeki üç yüzyılın sorunu bu: Neo-informatik-kognitif faşizm: Bilgisel vakum yaratmak.

  1. Geleceği belirlemek için kesinlikle değil.

  1. Epistemolojik açıdan, yani elde edilmesi olanaksız bilgilere yol almak açısından, en çekici problem bu olduğu için.

  1. Doğru çıkan veya çıkmayan kestirimleri yapa yapa zihin duyarlılaşır. Böylelikle incelikli düşünmeyi öğrenir.

  1. Roma Klübü'nün izleği nedeniyle değil. Gelecek kitleyi yönetmek için kestirilmez.

  1. Hesapları satmak için değil. Dünya Gelecek Derneği'nin yaptığı en hafif sözcükle ayıp. (ABD'de gelecek kestirimi işinin yıllık cirosu, 1998'de iki yüz milyar dolar civarındaymış.)

  1. Şerh düşmek için. Bugünkü gelecek, ileride geçmiş olacak. Az ve öz kayıt, gelecektekilere bizim hatalarımızı yapmayabilme olanağı sağlar.

GELECEK NASIL KESTİRİLİR?


  1. Gelecek kestirimi, belli yeranlarda belli düğüm noktası olayların kesinleşmesine yönelen belli aralıklarda kestirilir. Salınımın genliği, belirsizliğin maksimumudur. Düğüm noktaları belirsizliğin minimumudur ama mutlaka sıfıra limitlenmez.

  1. Anlamsız göstergeler ayıklanır. Besleme ışınının (: tarih bilinçli zihin) dalga boyu (: tarihçinin duygusal / öznel tutumu) panoramayı etkiler (: belli bir renge boyar). Anlamlı göstergeler, oldukça dar (% 1 gibi)  bir örneklemeyle kullanılır.

  1. Geleceği kestirmek, onu belirlemek değildir. Bazan yüzde yüz müdahale sıfır sonuç, bazan sıfır müdahale yüzde yüz (tam ve istenen) sonuç verir.

  1. En basit yöntem: İstatistik kitaplarındaki veriler ve eğilimler alınır. Bir maksimum, bir orta, bir de minimum kestirim yapılır. Sonuç yüzde doksan beş kesindir. İstisna olursa, zaten denklemler değiştirilecek demektir.

  1. Orta zor yöntem: Büyük sayılar kuramı uygulanır. Tarihte; yinelemeler, süreksizlikler, iniş çıkışlar hep vardır. Geleceğe de benzeri örneklerin simulasyonları (ekstrapolasyonları ve intrapolasyonları) uygulanır.

  1. En zor durum-yöntem: Çok dar bir aralıkta çok kesin bir karar vermek. Örnek: 2. Dünya Savaşı öncesinde (her ikisi de yanlışken) bir Yahudi'yi mi, bir marksisti mi kurtarma seçimi gibi.

  1. İçtihatlar: Hukuktan esinlenme. Yanlış kestirim (karar / seçim) de olsa, daha önce aynısı / benzeri denendiği için örnek almak.

  1. Geleceği kestirme eylemi, geçmişi yorumlamayı da etkiler. Zaten tarihte, aynı geçmiş ayrı biçimlerde yorumlanmıştır. Aynı gelecek de, ayrı biçimlerde yorumlanabliir ve kestirilebilir.

  1. Örneklemeler: ('21. Yüzyıl'da Neden-Sonuç İlintileri' yazısı tümüyle bu konuya ait.)

  1. Nisan 1999 seçimlerinde kim kazanacak? Oldukça karmaşık ilintiler içindeki makro siyasi güçlerin etkileşimi sonucunda, Apo Şubat 1999'da yakalandı. Bu kesinlikle DSP'yi birinci parti yaptı. Olaydan önce, DSP-ANAP koalisyonu derken, şimdi pekala DSP tek başına iktidar denebilir.

19.   Devamı: 2000'de kim cumhurbaşkanı seçilecek? Sansasyonel yanıt: Rahşan Ecevit. Mantıklı yanıt: Bülent Ecevit. (Şerh: Cumhurbaşkanı seçilmek için Ecevit’in üniversite mezunu sayılmadığını bilmiyordum.) Açıklaması: Demirel kendi kalsın istiyor ama ordu onu  istemiyor. Demirel de, yarı zorunlu olarak, Ecevit'e şükran borcunu ödeyecek, çünkü Ecevit, pekala onu Çankaya'dan indirmeyi deneyebilirdi.

  1. En son: Demirel, siyasete geri dönecek mi? Yaşamı yeterse ve becerebilirse kesinlikle aklında var ama gerçekleşmesi çok az olasılıklı bir plan bu.

(Şubat 1999)

GELECEKBİLİMDE 8 KEHANET YASASI

1.     Sürpriz Tahmin Yasası: En muhtemel sonuç kimsenin beklemediği sonuçtur.

2.     Boşa Çıkan Beklenti Yasası: En belirgin yorum mutlaka yanlış olacaktır.

3.     Önyargılı Müdahale Yasası: Önyargı ve kehanet uyumlu değillerdir.

4.     Kendini Tatmin Yasası: Kehanetlerde kendini tatmin eğilimi vardır.

5.     Giderek Azalan Doğruluk Yasası: Bir kehanetin doğruluğu onun gerçekleşme zamanının karesiyle birlikte azalır.

6.     Bölünmüş Fonksiyonlar Yasası: Kehanet ve yorum birbirleriyle bağdaşmayan faaliyetlerdir.

7.     Kehanetin Kısa Gösterme Yasası: Kehanet geleceği kısaltır.

8.     Varolmayan İhtimal Yasası: Bir şey olabilirse, olacaktır; olamazsa, olabilir.

Kaynak: (Lemesurier, 1995: 33)

YORUMLAR

1.       En muhtemel sonuç kimsenin görmediği ama asıl beklenilesi sonuçtur. Eşit şanslı durumlarda en beklenilesi sonuç yoktur. Çok uç durumda, çok küçük, çok büyük sayıda ve eşit şanslarda, hiçbiri gerçekleşmeyip, yeni bir şey gerçekleşebilir. Zar atışta tüm olasılıklar vardır. Uzun bir oyunda tüm zarlar gelir. Kimse ‘1-1’ atıp kaybeden oyuncuyu azarlamaz. Yani tüm kehanetler, uzun vadede büyük sayılar yasasına uyar.
2.       En belirgin yorumun doğru olduğu durumlar da vardır. Öyle olmasaydı, Yahudiler Hitler’den kaçmaz ve sağ kalmazdı. Kaçanların sayısı öldürülenlerden azdır ve bunun yorumu yapılamayabilir, çünkü kaçabilmek için para sözkonusu idi. Bir de Zweig gibi kaçıp intihar eden de oldu. Kaçmayıp intihar eden de oldu. Bunlar standartdışı sapmalar.
3.       Önyargısız kehanet olabilir mi? Kültürlerimiz kimliklerimizi belirlediğine göre çok zor.
4.       Bu önerme, ‘bütün fütürologlar narsisisttir’ demek oluyor. Karşıtı bir sav: Bir paranoyağın en büyük paranoyası paranoyalarının doğru çıkmasıdır. Ayrıca, bilindiği kadarıyla paranoyaklar arasında narsisistler azdır.
5.       Kehanetler zaman boyutunu birebir içermez. Tsiolkovsky uzaya gidileceğini söyledi ama ne zaman gidileceğini söylemedi. İlk aya seyahat romanı ise M.Ö. 100 yılında yazıldı. Eğer Çin uzaya insan yollamasaydı, Japonya Ay’a yerleşmeye kalkmazdı.
6.       Önyargı gibi, yorum da göreli bir tanım. Her ikisi ve artı diğerleri saptırıcı etkenler başlığı altında toparlanabilir.
7.       Karşıt örnekler: Robotlaşma (1 milyar yerine 1 milyon robot 2005), insan türünün sonu (şimdilik), 2 uzay mekiği kazasının uzay çalışmalarını yavaşlatması gerekirken artı-değer etkenler nedeniyle hızlandı bile….
8.       Bu genel varsayım. Olması zorunlu olduğu halde, engellenen durumlar da var: Türkiye’de 4 darbeyle ketlenen toplumsal değişim. ‘Varolmayan olasılık’ yerine, ‘novum olasılık’ demek terminolojik açıdan daha doğru olur.

EKLER

1.       Kehanet ve gelecekbilim 1. Sanayileşme’den eski bir olgudur. Gelecekbilimin 2. Sanayileşme ile birlikte başlaması da dikkat çekici bir olgudur. Kehanet, hala rüya yorumu denli, metafizik alanda kalmaktadır.
2.       Gelecekbilim olarak kehanette neden-sonuç ilintileri yalpalayabilir veya çatallanabilir (Verhulst dağılımı). Tümüyle başka bir yolda akacak bir gelecek için yapılacak kehanetler geçersiz olacaktır. Yeryüzü’nde kalacakların uzaya yerleşeceklerle ilgili kehanetleri tutmayacaktır. Şerh: Astronotların uzaycı olmaması gerçeği bu savı biraz gevşetir ve zayıflatır.
3.       Kehanetlerin kesin yasalarının olacağı konusu tartışmalıdır.
4.       Kehanet yönetmek istemez ama kahinler ister.
5.       Buradaki kehanet yaklaşımı daha çok Nostradamus türü insanları kapsıyor gibi.
6.       Bilimkurguların yaklaşımını kehanet sayacak mıyız, belirsiz kalıyor ama düzenli olarak kehanet yapıp (olumlu olsun, olumsuz olsun) neredeyse hepsinde de haklı çıkan, tek tür şimdilik bilimkurgu.
7.       Gelecekbilimin kehanetleri 1990’larda bilimkurguyu yakaladı. Bunun teknoloji ilerlemesiyle ilintisi belirsiz kalıyor.
8.       Geçmişteki en büyük müdahaleler (fiili kehanetler) bile istediği sonuca ulaşamamıştır.
9.       Olumsuz olgular, tarihte olumlu olgulardan daha kalıcı etkili olmuştur. İnsanlığın hep savaştan öğrenmesi gibi. İleride bu değişecektir. Ancak şimdilik kehanetlerin çoğu olumsuz olmaktadır.
10.   Başdahiler bile yanlış kehanetlerde bulunmuştur. Gerzekler bile doğru kehanetlerde bulunmuştur.
11.   Eski-SSCB aile kurumunu yıkma kehanetinde bulunup beceremedi. ABD aile kurumunu yıkmama kehanetinde bulunup beceremedi ve aileyi yıktı.
12.   Düşlemediğimiz şeyleri yapmaya pek kalkmıyoruz. O nedenle kehanetler, özellikle devrim için olanlar çok işe yaramıştır.
13.   Bazı düşüncelerin zamanından önce dile getirilmesini zararlı bulan, yani bazı kehanetlerin susması gerektiğini düşünenler de mevcuttur.

(Ağustos 2005)

GELECEKBİLİM DÜNYA’DA NELER YAPABİLİRDİ?

M.Ö. 3000’ler

Sümerliler, toprağı binlerce yıllığına öldüreceklerini bilselerdi, doğrudan suyla tarım yapmazlardı.

M.Ö. 500-200

Yunanistan’ın bugünkü kıraç toprağını görseler, Eski Yunanlılar taraçalı tarım yaparlardı.

1850-1880

Marx ve Darwin, Malthus yerine, Verhulst’u okusaydı, bugün marksizm ve darvinizm olmayabilirdi.

1890-1900

Atatürk, ABD’ye karşı tavır geliştirebilirdi.

Atatürk, 1887-1917 arasında bir zaman İngilizce öğrenip, (hem geçmişbilimci, hem de gelecekbilimci olarak) gerçek bir tarihçi olabilirdi. O zaman da, onu kimse dinlemezdi ayrı konu. O zaman da Osmanlı İmparatorluğu hala sürüyor olabilirdi.

1900-1910

Godard ve Tsiolkovsky tanışsaydı, uzay yolculuğu epeyi öne alınabilirdi ve bu da o zamanki teknolojiyle başarısızlık demek olacağı için, uzaycılık yüzyıllar boyu ertelenebilirdi. Kanıt: V-1 ve V-2’ler ilk kullanıldıklarında başarısız oldular.

Rivayete göre Freud, babasının tcavüzüne ya da tacizine uğramasaydı, froydizm de olmayabilirdi.

Arthur C. Clarke uydu yörüngelerinin patentini alabilirdi.

1920-1940

Lenin, öldürülebileceğini öngörerek, Kronstadt’ı Troçki’ye ezdirmezdi.

Lenin, yerine geçebileceğini öngörerek, Stalin’i öldürtebilirdi.

Lenin, Luxemburg’u dinleseydi, reel sosyalizm devlet faşizmi içermezdi.

2 dünya savaşı da engellenebilirdi.

2 dünya devrimi de engellenebilirdi. Örneğin biz ‘Çanakkale geçilmez’ yerine, mütarekeyi önceden kabul etseydik.

Çevre kirliliği kesinlikle engellenebilirdi.

(24 Nisan 2007)

GELECEKBİLİM TÜRKİYE’DE NELER YAPABİLİRDİ?

1400-1410

Timurlenk, yarattığı iç savaşın Osmanlı’yı güçlendirip, göreli kısa bir süre sonra İstanbul’u alacaklarını bilseydi; Asurlular’ın yaptığı gibi, Osmanlı toprağına ayrıkotu ve tuz döşeyebilirdi.

1840-1860

Tanzimat’çıların söyleminde sanayileşme olsaydı, 1960’lardaki dönüşümü, 1860’larda yaşayabilirdik.

1880-1910

Jöntürkler, eğer meşruti cumhuriyet, özellikle de Fransa’daki çok cumhuriyet tarihini bilselerdi (ki bazılarının bilmemesi mümkün değildi, aslında bildiler ve kaale almadılar, onların okuyabileceği Fransızca tarihsel / almanak kitaplar o zamanlar Beyoğlu’nda satılıyordu), 1876-1908 arasındaki dönem böyle nahoş yaşanmazdı. Kaldı ki elimizde Meclus-u Mebusan zabıtları var. Vekiller gerçekten denizdeki balığın suyu bilmemesi gibi, tarihten habersizmiş.

1910-1920

Atatürk’ün bazı istisnasal öngörüsüzlükleri mevcuttur. Çanakkale’de Galatasaray’ın iki sınıfını gömmeseydi, Cumhuriyet kadrosu bu denli kof olmazdı.

Atatürk genelde öngörülü biriydi. Rivayete göre, eski SSCB’ye karşı bir ittifaka girilmemesini, İnönü’ye vasiyet etmişti. Ancak, bize bıraktığı eserlerden anladığımız kadarıyla, ABD’ye karşı herhangi bir tavır al(a)mamış ve 1946’da ABD gelişini engelleyecek bir vasiyette bulunmamıştı. İnönü’nün bu durumda göremediği şuydu: 1946’da SSCB bizden Kars’ı istediğinde, vermeyip işgale uğrasaydık, 60 küsur yıl sonra, şu an bulunduğumuzdan daha kötü durumda olmayacaktık. Bakınız: 1940’ta SSCB işgaline uğrayan ve 2005’te AB’ye giren Estonya, Litvanya ve Letonya.

1920-1930

TBMM’nin ilk dönem milletvekilleri içinde birkaç sivri zekalı olsaydı, diğerlerinin kurdukları gelecek hayallerinin ne denli boş olduğunu onlara söylerdi. (Bakınız: TBMM 1. Dönem anketi, Tarih Vakfı Yayınları.)

1940-1950

1946’da DP’ye, 1971’de askeri darbeye destek veren marksistler, bunu yapmayabilirdi. Bu çoğul öngörüsüzlüktür.

Asılacağını öngörebilseydi Menderes, fren kullanırdı ve o zamanki genelkurmay başkanı Erdelhun’u tokatlamazdı.

1960-1980

Kendi yazdığı anayasayı bozmak suçundan hapis cezası alan biricik hukukçu olabilecek Mümtaz Soysal, daha makul bir anayasa yazabilirdi.

TİP yöneticileri, 1971 darbesinden öteye, kendi yokluğunun Türkiye’ye nelere mal olacağını bilseydi, biraz daha az iç kavga ederlerdi.

1970’lerde devrim için uğraşan DİSK yöneticileri, sonlarının ne olacağını bilseydi, sosyal demokrasi için mücadele verirdi.

Uç milliyetçiliği yeşerten Türkeş, kendi elemanlarının mafyöz olacağını bilseydi, kantarsız topuzsuz davranmazdı.

1974’te Kıbrıs’a girip bir daha çıkamayacağını biseydi, Ecevit daha bir tartılı davranabilirdi. Hayır, davranmazdı sanırım. Yaptıklarının sonucunu görecek kadar uzun yaşadı ve bu konuda asla özeleştiri yapmadı. Hoş, herhangi bir konuda da yapmadı ya, ayrı konu.

1980-2000

1983’te PKK’yi bir avuç eşkıya sayan generaller, 100.000 ölü olacağını bilseydi, böyle davranmazlardı. Davranırlar mıydı yoksa? Çünkü savaş olmasaydı, 100 milyar dolarlık silah alamazlar, kendi deyimleriyle savaşmayı öğrenemezler ve orduyu modernize edemezlerdi.

PKK kendi halkını kendine düşman etmeseydi ve lojistik desteğini yitirmeseydi, şimdikinden çok daha başarılı konumda olurdu.

2000-2010

AB’ciler Türkiye’nin AB’ye girmesinin dış ticaret açığını katlayacağını bilseler, ortak değil, pazar sayıldığımızı ayırsalar, daha temkinli olurlardı. Belki de olmazlardı, çünkü ithalatçılar da onlar.

(23-27 Nisan 2007)

GELECEKBİLİM DÜNYA’DA NELER YAPABİLECEK?

Robotların bilince sahip olması gerekmediğini öngördüğü için, robot-insan sorunsalı gelecekte yeniden tanımlanacak.

Braudel’in öngördüğünce: İleride bir zaman marksizme artık ‘marksizm’ denmeyecek. Bu da marksizmin tanımını kitellikten kurtarıp, tümelleştirecek.

Devrimin umuda, proleteryaya ve entellektüellere gereksinim duymadığını gelecekbilim öngördüğü için, devrimler özgürce gerçekleştirilecek.

Bilimkurgu romanların olumsuz artetkisi nedeniyle, nükleer savaş engellenebilecek ki 1950-2000 arasında engellendi de sayılır.

Yine bilimkurgu romanların olumsuz artetkisi nedeniyle, robotların kullanımı gereksiz yere yavaşlatılacak. Sanayi robotların sayısı hızıl artmıyor, onun yerine oyuncak ve temizlik robotları devreye sokuldu.

Siyasetçilerin ve tanrıbilimcilerin olumsuz artetkisi nedeniyle, insan klonlama gereksiz yere yavaşlatılacak, aslında çoktan yavaşlatıldı bile.

Su, gıda, enerji ve çevre kirliliği krizleri çözümsüzlükten çözüme yol alabilecek. Nüfus durması sorunu, ancak nüfus durduktan sonra irdeleneceğe benzer, oysa AB’de bunun olumsuz etkileri görülmeye başlandı bile. AB’nin gelecek 50 yıllık tarihinde bu paratemre oldukça yüksek önem taşıyacak.

Uzaya yerleşim, ilk momenti olan Soğuk Savaş’ın bitmesiyle artık global bir etkinlik olacak.

3. Dünyalılar bile sınıf atlamak istiyorsa da, 1. Dünya olmanın ölümcüllüğünün atlatılabilmesi mümkün olacak. Diğer bir deyişle: Tüm dünya sınıf atlarsa, Yerküre yok olur. Bu öğrenilecek. Çin bunu son 10 yılda kanıtladı bile.

Savaşlara pek engel olamayacak. Bir tek AB’de savaş engellenebildi, o da başkalarının (Bosna’daki gibi) katledilmesiyle.

Dinlerin etkilerini gelecekbilim engelleyemeyecek. Bu da dünyanın tümüyle kognitif-informatik bir nüfusa sahip olmasının imkansızlığı demek.

Ölümsüzlük konusunda pek bir şey söylenemeyecek, çünkü söylenmemiş durumda. 2000-2007 doğumlulardan 10-20 kişi 150-200 yıl yaşayacak ve bunun ne menem bir şey olabileceğine ilişkin hiçbir söz söylenmedi. Hoş 1900’de 90 yıllık yaşam için şu söylenseydi, pek bir şey değişmezdi: 30 sene eğitim, 30 sene mesai, 30 sene emeklilik.

2100 sonrası için bugünden temel birkaç önerme dışında, bugünden yarına müdahale yapılamayacak bir toplum gerçekleşecek. Gelecekbilim terminolojisinde ‘tekillik’ denen şey budur.

(24-27 Nisan 2007)

GELECEKBİLİM TÜRKİYE’DE NELER YAPABİLECEK?

Öncelikle, aslen 5. olan ama peşpeşe gelenlerin göreliğiyle 4. sayılan liberalizm dalgasının yıkımları bir nebze olsun durdurulabilecek.

Dahası, düşmanın silahıyla onu vurabilecek insanlar yetiştirebilecek.

1. Cumhuriyet’in 90. veya 100. yılında yeni bir ve 2. Cumhuriyet kurulabilecek.

Özellikle robot iş alanında, bugüne dek tüm israfımızla yaptığımız 300 küsur milyar dolarlık açığı göreli kısa bir vadede sıfırlayabilecek.

Yürürlüğe koyduğu ama her zamanki huyuyla mehter adımı davrandığı ikame enerji kaynakları yaratmada dünya patentleri alabilip, Türkiye’nin yolunu açabilecek.

Tüm iktidar seçkinlerine ve kitlenin kendisine karşın, Türkiye yepyeni inkılaplar yaratabilecek. Devrim mi? Olabilir ama sütten ağzı yanan yoğrudu üfleyerek yermiş. Bakınız 2 dünya devrimi.

Demokrasi bu hızla 50 yıl daha gerçekleştirilemez.

Din onyıllarca baki kalacak, hatta daha da güçlenebilecek.

2. Sanayileşme’nin tüm toplumun kültürel modu olması asla başarılamayacak, maksimum % 40.

Kağıt üzerinde sayılarla oynansa da nüfus artışı hiç durmayacak, belki 2150’den sonra durur.

2050’den sonra bir zaman 25 yıllık bir ormanlaştırma politikası izlenecek.

Tarımda genetik devrim 2075’ten sonra gerçekleştirilebilecek.

Bir veya daha çok dış savaş yaşanması engellenemeyecek.

Bağımsız bir ulusal savunma sanayisi kurulmuş olacak.

Dipnot: Vestel’in yakıt pili, Türkiye’dekilerin de gelecekbilimi doğru uygulayabileceğinin ilk kanıtı olmuştur. Şerh: Vargı’nın Turkcell’i öngörmesi telif değil, nakil ve tefsir bir gelecekbilimdir ama attığı taş doğru kuşu vurmuştur.

(23 Nisan 2007)

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNDE BAŞKALAŞIM, DEVRİM, DÖNÜŞÜM ve DEĞİŞİM

Önnot: Bu metin, ‘Tarihte Başkalaşım, Devrim, Dönüşüm ve Değişim’ metniyle ilintilidir.

Türkiye’nin geleceğinde başkalaşım ancak uzaycılaşma ile gerçekleşebilir. Bu olasılık da Türkiye için çok çok küçüktür ama sıfır değildir. Dünyanın herhangi bir toplumu kadar Türkiyeliler’inde şansı vardır, hatta G-7’ninkiler kadar da, çünkü bu başkalaşıma henüz hiçbir toplum hazır değil. Hoş, başkalaşımlara hazırlanmak gerekmiyor, yalnızca yaşanıyor, kuramı da sonradan yazılıyor, hem de birkaç aykırı biçimde…

Türkiye’nin geleceğinde olumsuz anlamıyla başkalaşım, Türkiye’nin parçalanması ile olabilir. Osmanlı’nın parçalanması ile 40 küsur yeni ülke kurulmuş ve 5-6 milyon kişi yer ve teba değiştirmiştir. Bunun bir benzerini Türkiye de yaşayabilir, aslında 1993’te bunu kılı kılına yaşadı ve atlattı da… Eğer bu olumsuz başkalaşım yaşanırsa, Türkiye Cengiz Han’ın Yeryüzü’nden sildiği eski zamanın 50 başkentine benzer, tarihte hiçbir izi kalmaz.

Türkiye’de eski anlamıyla marksist devrim olacak olması olasılığı çok düşüktür. İmkansızdır denilemez, çünkü 1960-1980 arasında 1-2 kez devrimci güçler egemen sistemle başat konuma gelmeye yakın duruma ulaşmıştır. Bu bir ilk deneyimdi. İşin olumsuz yanı, yeni kuşak devrimciler, eskilerden ders almazlar, çünkü onları yok sayarlar. Bunun devrimin başarıya ulaşmasına yararı da olabilir, zararı da…

Dünyada yeni bir 1968 dalgası er geç ortaya çıkacaktır. Bu, 3. Dünya artık tümüyle kentleştikten ve bünyelerinde birkaç kuşaktır üniversite görmüş sürekli bir kesim gerçekleştirdikten sonra olacaktır. Devrim 1789’dan beridir, dalgalar halinde yayılma eğilimi taşıdığı için, böylesi yeni bir akım Türkiye’yi de etkilecektir.

Türkiye’de köy toplumundan kent toplumuna, feodal yapıdan sanayileşmeye, oradan yeni / ikinci sanayileşmeye doğru bir dizi dönüşüm sürmektedir.

Türkiye’nin bir ikilemi vardır: Yeni oluşumların sürmesi denli, eski oluşumlarda çözülme de yaşanmaktadır. Kimse ayırdında değil ama emekli kesim Güney’de önemli bir kırsal koloni durumuna geldi bile, hatta buna bir de yabancıları da eklemek mümkün. Bunlar, kırsal kültürü yeniden besleyen ve canlandıran öğelerdir ki buna organik tarım yaklaşımları da dahildir. Bu da ortalama kültürel mod ağırlığını etkilemektedir.

Türkiye’de en çok yaşanan ve yaşanacak olan durum değişimdir. Dalgalanma, salınım, bunların zarflarının çözülme ve/ya yükselmesi gibi birçok değişim yaşanagelmekte ve yaşanagidecek de…

Türkiye’de değişim mehter adımı hesabı, ‘2 adım ileri 1 adım geri’ olarak yaşandığı için, toplumsal süreçlerin verimliliği düşük ve kalıcılıkları kuşkulu olmaktadır. Düşünün ki 4 darbeden sonra hala 5.’sinin olup olamayacağını tartışıyoruz.

Türkiye’nin AB’ye girmesi, bazılarının sandığı gibi başkalaşım, devrim ya da dönüşüm yaratmayacak, yalnızca bazı değişimler getirecek. Ne ekonomimiz, ne de demokrasimiz hemencecik bir yerlere sıçramayacak. Onlarınki de sıçramadı, 500 yıllık yavaş birikimlerden söz ediyoruz.

Sonuç:

Dünyanın en dinamik, hatta kaotik toplumlarından biriyiz. İç enerjimiz çok yüksek ama bunu bir işe başlamak için kullanabiliyoruz da, bitirmeye gelince tekliyoruz. Toplumlar kalabalık oldukları için, çokça Brown devinimi yaparlar ki bunun vektörel toplamı limit sıfırdır. Bir sonuç elde edilebilmesi için, iktidar seçkinlerinin belli yönlerdeki devinimlere volan vurdururken, diğerlerine fren uygulaması gerekiyor, böylelikle aktivasyon enerjisi kritik eşikleri aşılacak ve kalıcı başkalaşım yaşanacaktır. Yoksa, son 150 yıldır olduğu gibi, 50 yıl sonra da, ‘ne yapmalı?’ diye soruyor olacağız.

(16 Ekim 2006)

DİSİPLİNLERARASILIK ve ÇOKDİSİPLİNLİLİK

Geçmiş uzmanlığındı.

Gelecek disiplinlerarasılığın ve çokdisiplinliliğin olacak.

Uzmanlık  hiçbirşey hakkında herşeyi bilmektir.

Disiplinlerarasılık ve çokdisiplinlilik herşey hakkında hiçbirşey bilmektir.

Her ikisi de, parçaları sıfıra limitlenen, sonsuz sayıda öğeli birer dizinin, sonlu toplamlı olması gibi, belli bir sınırlı sonuç bilgi ifade eder. İlki derinliğinedir, ikincisi yaygınlığınadır.

Disiplinlerarasılık ve çokdisiplinlilik farklı şeylerdir.

Fizikokimya disiplinlerarasıdır, fizikle kimyanın arasında yer alır. Yapay eklem yapmak; bir cerrah, bir ergonomik tasarımcı, bir malzeme bilimcisi, bir de mühendis ister ve bu çokdisiplinli bir çalışmadır.

Einstein ‘E = M x  c2’ derken bir uzmandı ve haklı çıktı. ‘ABD Almanya’ya atmak için atom bombası yapmalıdır’ derken, çokdisiplinliydi ve yanıldı, bomba Japonya’da Hiroşima ve Nagazaki’ye atıldı. Yine de, İsrail’in ilk cumhurbaşkanı olması teklif edildiğinde de çokdisiplinliydi ve teklifi reddederek haklı çıktı. Yaşasaydı, herhalde Edward Said gibi, İsrail’e taş atardı.

Ben bir gelecekbilimciyim, yani çokdisiplinliyim ve disiplinlerarasıyım, boyut fermuarında da, 4. liberalizmde de… Haklı çıkarsam, hiçbir ödül almayacağım için, haksız çıktığımda da hiçbir cezayı kabul etmeyeceğim. Şimdiden yüzbinlerce dolarlık bilgiyi kamuoyuna bedavaya sundum: Shevek gibi, ‘Mülksüzler’deki Shevek gibi… Onun gibi benim de ellerim bomboş ama ondan çok farklı olarak, benim asla ve hiç evim olmadı.

(1 Eylül 2006)

2000-4500 ARASINDA 250’ŞER YIL HARCANACAK 10 KONU

İkinci Sanayileşme (temel konu) (1950-2200 veya 2250),

İnsan yaşayabilir gezegen bulma (şansa bağlı, 2050 de olur, 2300 de) ve oraya ulaşma,

Işık hızının % 1-10’una ulaşma (2050-2300), robotlarda % 10, insanlarda % 1 denenir,

İnsan yaşayabilir gezegene gidilecek gemiyi inşa (an az 50 yıl),

Yeni enerji kaynağı bulma (dünyada kalacaklar için) veya bulamama durumundaki krizler,

Boşluk, fetret, duralama (her zaman ve toplamda 250 yıldan uzun) dönemleri ve dönemcikleri,

Savaşlar (her zaman ve 250 yıldan kısa) ve savaşçıklar,

Tam bilgi ve tam bilgili insan = yeni-tam-insan inşası (ondan önce de tasarımları) (2050-2300),

Tam bilim inşası,

Yeni sanatlar (yeni-asıl-tam sinema (1895-2145), holografik sinema, beş duyu-dilli sinema (2050), kimyasal duyu-dilli sanat (2050-2100), tam müzik (2150), prototipler vardı),

Aristo-Lao Tzu post-sentezi ve mantık-ontoloji-fenomenoloji-epistemoloji sentezi,

Herkese minimum bedava üniversite eğitimi (2300),

Global-siyasal sorunlar,

Cihat-Haçlı seferi (en az 250 yıl)

AB’nin çözülüşü (2050-2300)

ABD’nin bitişi (2000-2250)

Çinle baş etme (2050-2300)

Hindistan belirsizliği (2000-2250)

Latin Amerika olumsuzluğu (1900-2150)

Afrika’yı düze çıkarma (2050-2300)

2300 sonrasında olumuşacak ama henüz olumaya başlamamış ve dolayısıyla haklarında bilgi henüz öngörülemeyen sorunlar: Örneğin, post-hümanistlerin getireceği sorunlar (2300 sonrası), yazılım insanların sorunları (3000 sonrası), dünya ve diğer gezegenlerdeki insanların birbirleriyle ve Dünya’dakilerle etkileşimi (3500 sonrası).

(Eylül 2005 + Şubat 2008)

GEÇMİŞBİLİME BAKIŞLAR

Geçmişbilim tarihtir. Nasıl ki kültüroloji, kültür olan herşeyi, bayağı ve seçkin olan herşeyi içeriyorsa; tarih de geçmişteki herşeyi, ahlakı, siyaseti, dini, hukuku, vd, insani olan bayağı ve seçkin herşeyi  kapsar.

Böylesi bir 360 derecelik ya da kendi deyimimle spektrum (radyan) 2 pi’lik epistemolojik bir bakış açısı, ağaçlara bakmaktan görmediğimiz ormana ilişkin birşeyleri söyletebilir bizlere...

Örneğin, bugün ve burada insanın dertlerinin tamamına yakınının insan eliyle yaratılmış dertler olduğunu görebiliriz ve gösterebiliriz.

Örneğin:

1789’da Fransa Devrimi oldu, kralın kellesi gitti. Sonra ne oldu? Krallık yeniden getirildi, yeniden götürüldü. Fransa 5. Cumhuriyet’te.

Bakıyoruz:

Bugün AB’nin 7 ve Araplar’ın 7 ülkesinde hala krallık var. İngiltere’de krallığın kaldırılması teklif dahi edilemez durumda. Düşünün ki bir zamanlar sömürgeleri olan ABD’nin 1945’ten beridir sömürgesi durumundalar ve akılları hala krallık peşinde.

Bakıyoruz:

Türkiye’de 3 askeri darbe oldu, halkın tamamına yakını bunları destekledi. Arkasından 3 liberalizm geldi, işsizlik fiilen % 20’nin üzerinde, reel ücretler düşüyor, emekliler sürünüyor ama herkesin aklı hala sınıf atlama hayalinde.

Geçmişe böylesi bir bütünlük içinde bakabiliyor bulunmamızı, ‘Dünya Sistemi’ denilen bir paradigma sağladı. Ancak, bu paradigmanın globalliği, neo-liberalizmin neo-globalliğindan (Hegelci anlamda) ayırtsız durumda. Bu da onu ‘ölümcül burjuva ayırtsızı’ kılıyor.

Ayrıca:

Ne Dünya Sistemci makro paradigmalar gelecekle, ne de gelecekbilimler, bu 5.000 yıllık makro paradigmayla ilgileniyor. Oysa böylelikle elimizde, 10.000 yıllık bir geçmişbilim-gelecekbilim sentezi / praksisi olan bir meta-paradigma olabilir.

Bu ne işe yarar?

2. Sanayileşme’nin 9 öncü altkültürünü teknoliberallerin tekelinden alıp, onları geçmişbilim yorumlarıyla birlikte kullanarak, gelecekte uygulanabilir ve sürdürülebilir bir global reel demokrasi tasarlamamızı değil, yaratmamızı mümkün kılar.

Artı:

Bugün Dünya’da varolan ve pratikte tümü geçmişe ait olan kültürel modların hegemonyasını devreden çıkarmaya yarar.

Örneğin:

Normal faşizminin kırılmasıyla, marjinallerin birbirlerine hoşgörüsüzlük göstermelerinin geçersizliği uygulamaya konulur. Geçmişin eski ‘proleter’ tanımı yerine, bugün ve burada yeniden tanımlanmış bir ‘neo-proleter’ tanımı getirilir ve bu tanım çoğulcu / çoklu kültürel modlu olur.

Diğer bir deyişle:

Geçmişte kalmak isteyenler kalabilir, yani Aborijinler 1 milyon yıl daha okla avlanabilir ama o toplumu ve altkültürü terketmek isteyen herkes özgür bırakılır.

Tarihte işe yarar ne varsa tasarlamış ve/ya uygulamış 100 milyarda yalnızca 100.000 kişinin toplumca cezalandırılmasından vazgeçilir. Ödül isteyen yok, öldürmeyin yeter.

Yani geçmişbilim salması ile gelecekbilim direk dikmesi tarih gemisinin dengesini sağlar. Önümüzde epeyi sert fırtınalar olduğunu biliyoruz. Onları nasıl kendimiz yarattıysak, yine kendimiz atlatmak zorundayız.

Örneğin:

Sizce, Rusya’da rejim değişirken ve Sibirya bir enerji deposu durumuna dönüştürülürken bazı akil adamlar, Moskova’nın 40 dereceyi ve orman yangınlarını göreceğini ve yaşayacağını öngörmedi mi sanıyorsunuz? Ancak akil adamların uyarılarına pervasızca boşverildi. Bu pervasızlık yüzünden, 50 gündür ve 50 gün daha günde 400 kişi fazladan öldü ve ölüyor olacak.

İşte, tarih de, fütüroloji de böyledir:

Hoca’nın kızını testiyi kırmadan dövmesi gibi, sert söylemlerle kitlenin ve iktidar seçkinlerini kulağını çeker; felaket oluşunca da, onu toparlayacağına, kenara çekilip, ‘seyreyle gümbürtü’yü yaşar.

Bu metnin yaptığı ve yapacağı da budur.

(12 Ağustos 2010)

GEÇMİŞBİLİM-GELECEKBİLİM SENTEZİ

Geçmişbilim tarihtir.

Günümüzde marksist tarihçiler geçmişbilimi, ilk devletin başlamasından itibaren işleyen, 5.000 yıllık tümleşik bir dünya sistemi olarak tanımlıyorlar.

Bu sistem Avrasya artı Kuzey Afirka biçiminde bir coğrafyaya yayılmış durumda.

Raslantısal olarak değil de, büyük sayılar kuramının işlediği bir biçimde bu yolun ortasında, yani günümüzden 2.500 yıl öncesinde, Aristo ve Lao Tzu var.

Onlar, Batı-Doğu ve analitik-sentetik diyalektiğin başlangıcı olarak gösterge anlamı taşıyorlar.

Günümüzde ikisinin sentezi / praksisi edimi henüz proto- aşamasında. Tümüyle halledilmesi 2.500 yıl daha alacak bir süreç bu. Aristo’nun tama yükseltgenmesi de 1.750 yıl kadar almıştı.

Böylelikle, elimizde 5.000 yıl geçmiş + 2.500 yıl olmak üzere tümleşik bir sistem var demektir.

Bu sistematiğin coğrafyası tüm dünya. Bu süreç de 500 yıldır süregelmekte.

Önümüzdeki dönemlerdede, global parçalanma birden çok kez olacak.

Bööylesi bir perspektifn anlamı ne/

Öncelikle bunun değillemesi ve ötelemesi, hem uzaycılıkla, hem ölümsüzlükle, hem de atom bombalarının türü yok edebilme olasılığıyla, birrden çok biçimde yapılmış durumda. Dolayısıyla, aşkın kategoriler de birden çok sayıda.

Bu durumda tarih, hem çatallanıyor, hem yalpalıyor, hem zamanda ters yönlü iki anti-tezin şimdide bir sentezine, hem de somut geçmişin ve soyut geleceğin praksisine doğru yol alıyor.

(Şerh: Bu süreç, toplayıcı, feodal, sanayisel ve bilgisel kültür modlarında bambaşka biçimlerde tanımlanabilir.)

Tarih sonuna gelmedi. Hem henüz başlamadı, hem de epeyi yol katetti. Bunun anlamı, geçmişbilimin gelecekte, tıpkı geçmişte olduğu gibi, yeniden tanımlanacağı.

Tüm bu olanakların, hem bütün insansal sorunların insan eliyle yaratıldığı ve çözümlerinin de yine insan eliyle yaratılacağı, hem global bir ütopya yaratılabilecekken, hem de buna rağmen birilerinin insan-öteyi, tarih-öteyi, evrim-öteyi yeğleyeceği gibi geniş bir yelpazede yorumu var.

Böylelikle, tümleşik-tarih haritası çizilmiş oluyor. İnsanlar hangi yöne gideceklerini kendileri seçecekler.

(16 Aralık 2006)

GELECEKBİLİM ve TARİH

Bölümler:          Önkoyutlar
Tarih
Gelecekbilim
Tarih ve Gelecekbilim
Çıkış

Önkoyutlar

Zaman homojen, sürekli, tekli, tersinmez bir boyut değildir. Bir boyut mudur, onu da kesin söyleyemeyebiliriz.

Tarihi ve gelecekbilimi zaman serisi olarak tasarladığımız an bazı bilgisel hataları üstleniyoruz demektir. Üstelik onların ne olduğunu henüz bilmiyoruz bile…

Zamanı ileriye ve geriye doğru birleşik bir çizgi olarak ele almak şimdinin önemini sıfıra limitler. Böylelikle anda / şimdide yaşamanın bilgisel sığlığını aşarız.

Örneklersek:

Hipnoz altında gelecek duygusu silinen denekler kimlik yitimi ve mistik duyumsamlar yaşamış.  Genişletilmiş gelecek duygusu ölüm korkusunu silmiş ve sakin bir mutluluk getirmiş. Şimdi duygusu silinen denekler depresyona girmiş, şizofrenik davranışlar göstermiş. Geçmiş duygusu silinen denekler uyuşukluk, bellek yitimi, konuşma güçlüğü, anlamsızlık duygusu yaşamış.

Gözlediğimiz durum, zihinsel olarak böyle olabildiği gibi, kültürel olarak da böyle olabildiği. Kriz zamanlarında kültürlerde gelecek beklentisi sıfıra limitlenince, toplumlarda aynı tepki ortaya çıkıyor. Hızlı kültürel değişim zamanlarında da, zihinsel geçmiş yitimi gibi, kültürel geçmiş yitimi tepkisi oluyor.

Birleştirilmiş bir geçmiş-şimdi-gelecek ekseni hem geçmişin yeniden inşasını, hem de geleceğin tasarımını içerecektir. Şimdi orijin noktası kaydıkça bu toplam evrilecektir.

Bunun ilk kez yapılması bilgisel bir çok hatayı içerecektir. Uygarlıklar inip çıktığı ve örülüp çözüldüğü için, önümüzdeki yüzyıllarda bu deneme birkaç kez daha yapıldıktan sonra, tarih-gelecekbilim sentezi / praksisi yerine oturacaktır.

O nedenle şimdilik, birçok altdisiplinin ürettiği, kimi birbiriyle çelişen parça-bilgilerden bir bütün kurma denemesi içindeyiz.

O bilgi haritasının bazı dış çizgileri belirgin durumda, onları izleyelim:

Tarih

Tarih bilgi disiplini giderek bilimleştirilmekte. Hem tarihçiler bilimselleşiyor, hem de elimizde tümevarımla bilimsel kümelendirme yapabilecek bilgi toplamı oluşuyor.

Ortak parametreler:

Şimdiye dekki 12.000 yıllık ‘tarih’ denilende bazı olgular hep gözlenmiş. Onları irdeleyelim:

Kent: İnsanlar kentler kurmaya başlamadan önce göçerdi ve temelde avcı-toplayıcı kültürel moddaydı. Yerleşik tarıma geçiş kentler sayesinde oldu. İlk tarım yöntemleri ilkel olduğu için, insanların başlangıçta avcılıktan daha çok çalışması gerekti. Bu da şu demek: Her yeni mod daha iyi demek değildir ya da kültürel modlardaki olumluluklar ve olumsuzluklar artıp eksilebilir.

Yazı: Yazı ilk kent-devletle aşağı yukarı aynı zamanda icat edilmiş. Piktogram (resim), ideogram (düşünce), alfabe (soyut biçimler olan harfler) aşamalarını izleyen yazı, icadından 6.000 yıl sonra bile global düzeyde ancak % 80 düzeyinde yaygınlaşmış durumda. Halihazırda 5.000 dil varken, ancak 250 alfabeli dil var. Avrasya’nın kontrol parametresi bölgesi olan Kolomb öncesi Amerika’da yazı ancak piktogram aşamasına gelebilmiş. Bunun nedeni de göçler nedeniyle Amerikalar’da yerleşik yaşama daha geç geçilmesi olabilir.

Ticaret: Ticaret kentten ve yazıdan önce de vardı. Evrimden miras alınan bir yaşam bölgesi hakimiyeti olduğu için, herkesin artı ürününü değiştirmesi ve eksik sahip olduğu nesneyi temin etmesi gerekiyordu. Bu tedarik ya ticaretle, ya da savaşla olmuştur. Ticaret şiddet içermese de, kimi savaştan daha sömürgendir ve yıkıcıdır. Şöyle örnekleyebiliriz: Eski Yunan ihracat için topraklarını öyle bir kullandı ki 2.500 yıl sonra bile o topraklar ölü durumda ya da 500 yıllık köle ticareti Afrika’yı kuruttu. Tersi örnekler de var: Cengiz Han’ın savaşla yok ettiği 50 kentin neredeyse tamamı hala ölü.

Savaş: Savaş kentten ve yazıdan önce de vardı. Yine de savaşı kent-devletler arasındaki savaşın başladığı dönem olan M.Ö. 3000 ile başlatıyoruz. M.Ö. 500 yılında yazılan Sun Tzu’nun ‘Savaş Sanatı’ı kitabının hala kullanılıyor olması, savaş bilgisinin temelde aynı olduğunu bize anımsatıyor. Tarihte son 5.000 yılda savaşsız geçen yalnızca 50 yıl olduğu tahmin ediliyor. Yine de savaş, ne kıtlık, ne de salgın hastalık denli insan türüne zarar verememiş. Bir de tarihin insan eliyle en çok yok edilmesi olgularının ikisi savaşla ilgili değil, siyasal sistem değişikliği denebilir.

Din: Din tarih öncesinde de vardı. Bunu şuradan anlıyoruz: Tapınmak için yaptıkları taş putlardan. Tarihte çok tanrılılıktan tek tanrılılığa doğru bir evrim var. Uç örnek olarak da, Japonlar gibi, biri tek biri diğer 2 dinliler var. Aleviler, Falaşalar ve Sihler gibi 3 ana tek tanrılılık dışında da seçenekler var. İlk tek tanrılı din Musevilik değil.

Buradan çıkan sonuç, din konusunda ana akım çizgisi denli, varyansların da güçlü olduğu. Dolayısıyla, gelecek çini ateizme kesin gidişat olduğunu söyleyemeyiz. Tek tanrılı dinler, mezhepleşmeyi ve değişimi sürdürerek, binlerce yıl daha var olacak. Yeni dinler icat edilecek. Varolan dinlerden bazılarını yok olması olası, çünkü tarihte böylesi durum çok gözlenmiş.

Kültürel modlar

Avcı-toplayıcı, çoban-çiftçi, feodal, sanayi, bilgi olmak üzere en az 5 ama 10’a kadar da ulaştırılabilen temel kültürel modlar var. Bunların birinden diğerine geçiş süreksiz ve inişli çıkışlı olabiliyor. Öncekiler ortadan kalkmayabiliyor, örneğin bugün hala çoban toplumlar var.

Bilgisayar ve cep telefonu sahibi sayısı 1 milyar civarında ama bilgi toplumu modunda pek pek 100 milyon kişi vardır. Geri kalanın tamamına yakını sanayi modunda yaşayagidiyor.

Bilgi toplumunun getireceği değişiklikler çok fazla: Azalan mesai, artan eğitim, uzayan yaşam, dolayısıyla öncekinden çok çok fazla özgür zaman. Yine de insanların ancak çok küçük bir oranının bunu öğrenmeye ayıracağını, bugünkü akademisyenlerden ve okuryazarlık oranının % 100 olmamasından biliyoruz.

Bedensel ölümsüz, yazılımsal ölümsüz, uzaycı insanların kültürel evrimi bilgi toplumunun menzilini aşıyor. Bunun birden çok gezegende süreceğini biliyoruz. Temel gelecekbilimsel ilkemiz dünyadaki hiçbir kuralı diğer gezgenlere dayatmamak. Onları alıp almamak gelecektekilerin seçimi olacak.

Dünya sistemi

1500-2000 arasındaki sömürgecilik ve kapitalizm aşaması ertesinde global yapı % 80’ı aşkın bölümü kapsayarak tek bir bütün oldu.

(Wallerstein, yeni bulduğum BÜK yazarı)

Ölçekler ölçütlerdir:

Bunu şöyle örnekleyebiliriz:

50 yıl ölçeği: İkinci Sanayileşme
250 yıl ölçeği: Sanayileşme ve kapitalizm
500 yıl ölçeği: Avrupa egemenlik ve sömürgecilik
750 yıl ölçeği: Dünyanın en büyük devleti ve en büyük insan eliyle insan kıyımı
1.000 yıl ölçeği: Dinler: Hristiyanlık-İslam çatışması
2.500 ölçeği: İki diyalektikçinin, Aristo’nun ve Lao-Tzu’nun sentezi
5.000 yıl ölçeği: Kent-devlet.

Gelecekbilim

Gelecekbilim bir kıyamet sürecinde tasarlandı. Flechteim 2. Dünya Savaşı Almanya’sında onu tasarladı ve adlandırdı. Eşleniği / koşutu bir yaklaşım bilimkurgu yazarı Asimov tarafından psiko-tarih olarak aynı sürede tasarlandı. Bu da bilimkurgu-gelecekbilim çakışıklığını en baştan koyut olarak getirdi. Bunun böyle olduğu yıllar içinde açımlandı.

Nicel momentler:

2050: Bugün tüm almanaklarda ülkelerin ve kentlerin nüfuslarıyla ilgili kestirimler var (ki 1990’lara dek böyle bir şey yoktu), yani bu erim artık istatistiğin sınırları içine girmiş. Bu süre çinde gıda ve enerji krizleri bekleniyor. Bunlar insan türünü yok edemese de, her tür değişimi uzunca bir süre (belki bir yüzyıllığına) bloke edebilir.

2100: Bir önceki momentin gelecekbilimsel erimi bu. 2100’e geldiğimizde, 2500’e, hatta 3000’e dek uzanan gelecek oludkça açıkseçikleşmiş olacak. Diğer bir deyişle insan türü yüzyıl içinde peşpeşe çok ciddi sınavlardan geçecek. 11 Eylül 2001 ertesi ABD’nin hataları gözönüne alınsa da, tarihi bir kez tekerrür ettirme eğilimi yüksek.

3000: Birleşmiş Milletler Üniversitesi 3000 yılı için dünyanın önde gelen akademisyenlerine kestirimler yaptırtmış. Planlar insan türünün yok olmasından tümüyle ütopik başarılara dek açılan bir yelpazede yapılmış. Ayrıca menzilin yeterli olduğu düşünülerek, uzaysay zekalarla karşılaşma ve dünya dışı bir gezegene yerleşme de hesaba katılmış.

Nitel momentler:

2005 itibarıyla elimizde şu tanımlar var:

Transhümanizm: İnsan türünün, özellikle teknolojik gelişmeler dolayısıyla, madden ve manen giderek çok daha iyi koşullara oyl aldığı, bu nedenle artık giderek başka ve yeri türe doğru evrileceğinı savlıyor.

Posthümanizm: İnsan türünün çoktan başka bir tür olmuş olduğunu savunuyor.

Metahümanizm: Yazılım, siborg gibi seçeneklerle insan türünün, henüz kestirilemeyecek denli başka birşeye dönüşeceği savında.

Zenopsikoloji: Evrende başka zekaların da var olduğunu, insan türünün bunları kavrama ve bunlarla iletişime girme yollarını tartışan bir düşüngü.

Robotçuluk: Hümanist çizgide kalıyor. Bütün işlerin robotlara devredilip, insan türün dünya üzerinde, sakin ve huzurlu bir kültür sürdürmesi eğiliminde.

Siborgculuk: Bir tanım Harraway’den geldi. İnsanın başka bir tür olmasının makinelerle melezlenerek elde edileceği savında.

Uzaycılık: İnsan türün atom bombalarıyla yok olması tehlikesi nedeniyle, insan türün geleceğinin yalnız ve yalnızca uzayda olacağı savında.

Siberuzaycılık: Ölümsüzlüğün yazılımlaşma yoluyla elde edilmesi kanısında. Dünyada kalınıp kalınmayacağı ve makinenin de somut sınırları olduğu konusunu henüz tartışmıyor.

Ölümsüzlükçülük: Daha çok tıbba dayalı bir çizgi. İsteyen herkesin sonsuz yaşabilmesini savunuyor ama bu yaşamlarda ne yapılacağı konusunda hiçbir tartışması yok.

Gelecekbilim ve Tarih

5.000 yıllık tarihi ve 5.000 yıllık geleceği birarada tasarladığımızda; olmuşlar, olmamışlar, olmuş ama olmayabilecekler, olmamış ama olabilecekler biçiminde bir dağılımla, büyük sayılar kuramının dağılımında bir çok kestirimde bulunabiliriz. Kestirimin en büyük hedefi, gelecekbilimin kuruluş ilkesi olan, insan türünün yok olmaması ilkesidir. İleride uzaya tümüyle yerleşildiğinde uzaycılar dünyacıları kendi hallerine, belki de yok olmaya bırakabilirler.

Karşılaştır ve Karşıtlaştır

Geçmiş x Gelecek: Tarihin tekerrür ettiği çok söylenmiştir. Bunun yerine insan türünün kalıcı olarak zor öğrendiğini söylemek daha uygun olacaktır. Başta primat türlerinde de yeni şeyleri öğrenen birey oranının nüfusa oranla çok düşük olduğu gözlenmiş bir olgudur. Entellektüellerin toplam nüfus içinde ancak %o 1 oranda olması da bunun kanıtı. Herkesin üniversite eğitimi alabildiği bir dünyada durum umarız daha farklı olacaktır.

Tarihin çok özel bir noktasındayız. Son 10 ve 100 yılda, 12.000 yılda gerçekleşmeyen olaylar gerçekleşti. Nitel momentlerde bunlar irdelendi. Bunların hepsi novum olgular. Bunların önümüzdeki birkaç yüzyıl içinde insan türünü nereye sürükleyeceğini en zeki ve bilgili %ooo 1’ler bile tahmin etmeye cesaret edemiyor. Ancak insan türünün en az % 50’sinin gelecekte aynen geçmişteki gibi yaşayacağı kesin. Evrime uğrayacaklar çok düşük bir yüzdede olacak. Gerisinin ne olacağı bizi ilgilendirmiyor.

Dünya x Uzay: Novum olgular içinde insan türünün geleceğini en çok belirleyecek olan uzaya gitmek. Uzayda ve başka gezegenlerde yaşayacak post-n-insanların şimdikilerle hiç benzeşmeyeceği kesin. Canlılık bile ortadan kalkabilir. Atomluluk bile ortadan kalkabilir.

Kesin x Belirsiz: Determinizmin işlemediği artık kanıtlandı. Ancak indeterminizm asla ve kata bilgi azalması demek değil. Daha çok bilgi isteme durumunda daha az bilgiye ulaşabilme ikileminin bir biçimde aşılması peşinde.

100 G insan X 1.000 G insan < Nüfus: Nüfus konusunda kentler çok önemli veriler sağladı. 1 milyon yılda toplamda 100 milyar insan yaşadığı varsayılıyor. 100 milyar kişinin birarada yaşadığı bir dünya veya bir kent nasıl bir kültür yaratabilir, bilemiyoruz.

Evrim? x Evrim+: İnsanın şu sıralar evrilip evrilmediği konusunda tartışmalar var. Maymunlarla aramızdaki 3 milyon yılda yalnızca % 1,5’luk bir genetik değişim yaşandı. Artık genetik müdahale ile bunu yalnızca bir kuşakta yapmak mümkün. Determinizmin işlememesi nedeniyle insanın bu yolla evriminin istenen yönde tümüyle yönetilebilmesi mümkün değil. İnsanı insan yapan genelri yapan genelri bulsak da, insanı trans, post, meta hüman yapan genlerin tasarlanması gerekecek.

Geçmişten geleceğe ötelemeler

Yazı: Yazının ilginç bir momenti var: 40 Avrupa ülkesi Latin Alfabesi kullanıyor, 40 Asya ülkesinin her biri farklı alfabe kullanıyor, özellikle Çince’nin yüzlerce morfemi büyük sorun. Bilgisayarlaşma bunu yavaş yavaş törpüleyeceğe benzer. Onların durumu, 1400’lerde alfabesini standartlaştıran ve daraltan Kore ile birlikte irdelenince, yazısal açıdan bazı çıkarımlar sağlanabilir.

Yazıda belli bir standartlaşma var: 30 harf, cümle yapısı, sözcük çeşitleri, vd. Noktalamı imlerini hepi topu birkaç yüzyıllık olduğu düşünülürse yazının daha da evrileceği kesin. Zaten tüm dünya dilleri her yıl yüzlerce yeni sözcük kazanıyor, biraz da yitiriyor.

Yazıda 2 öteleme var: Matematik ve mantık dili. Matematik dili yazıyla yaşıt. Mantık ise önce M.Ö. 300’de sonra M.S. 1300’lerde sistematikleştirildi. Demek ki yazısal yeni meta-kategorilerin ortaya çıkabileceğini tasarlamak abartı olmaz.

Kent: 2. Sanayileşme olgusundan bağımsız olarak, 3. Dünya ülkelerinin 1. Sanayileşme’ye girmesi nedeniyle, 1950-2000 arasında megapoller oluştu. Bugün dünyada nüfusu 10 milyonun üzerinde 15 kent var. Bu nicelik binlerce yıl homo sapiens’in global nüfusu idi. Bu ivmeli büyüme, suç gibi, işsizlik gibi, temelde olmusuz gelişmeler yarattı. Ancak sinema sanatının evrim ivmesi de tümüyle kentlere bağlı idi. Köyün bilgi yoğunlaşması yaratmadığını binlerce yıllık tarihten biliyoruz. Bilmediğimiz 50 milyonluk veya 50 milyarlık kentlerin ne üreteceği…

Savaş: Savaş 3 öteleme vektörüne sahip: 2000 Savaş Stratejisi, sibersavaş ve 11 Eylül 2001.

2000 Savaş Stratejisi’ne Türkiye 1985’te şerh yazdı, 2003’te fiilen muhalefet etti. ABD 1991’de bu stratejiyi uygulayabildi, 2003’ten beridir yanılıyor ve yitiriyor. ABD tüm dünyayla savaşmayacağını yıkılınca öğrenecek.

Sibersavaş, sanayi casusluğu nedeniyle belli bir tarihe sahip. Çinliler’in uzaya 2 yılda hemen gidebildiğini düşünmek gülünç olurdu. Sibersavaşın en yoğun uygulandığı alan atom bombası yapım bilgisi olsa gerek. Fransa İsrail’e, Çin Pakistan’a sibersavaşsız bu bilgiyi aktardı. Rusya da İran’a aktaracağa benziyor. Çin’in 2002’de ABD’nin neredeyse tüm sanayi sırlarına eriştiği önesürülüyor. Bu aktarımın birkaç adım daha ilerisindeki değişimleri önggörmek zor. Çok basit bir örnek: 1985’te yapılan 2000 kestiriminde Brezilya ve İsrail atom bombası yapamaz olarak görülüyordu.

11 Eylül 2001 tüm askerleri ve stratejistleri şaşırttı. Hiç silah kullanmadan savaşılabileceği kanıtlandı. Canlı bomba mantığı da buna eklenirse, topyekun ve imhasal savaş yeni anlamlar kazandı. Kıyamet stratejilerinde ortaya çıktı ki insan türünün tümüyle ortadan kalkması atom savaşı dışında bir seçenekte mümkün değil. Ancak nüfusun ne kadarırın topluca yok edilmesinin şu tarihi durdurabileceğini tam bilemiyoruz.

Ticaret: Ticaret hep vardı, hep var ve hep var olacak. Ticaretin biçimlerinin değişmesi pek umulmaz ama cep telefonu gibi yeni metalar hep üretilecek. Herhalde dünya tarihinde icadından sonraki ilk 10 yılda 1 milyar tane satılan tek meta odur. Bunun karşılığında 1. dünya ülkelerine aktarılan finansal kaynakla 100 ülke iki sanayileşmeyi birarada yapardı.

Din: Tarihte ateizme doğru çok açıkseçik bir kayış var. 1917 Rus Devrimi ve 1949 Çin Devrimi insanları zorbalıkla ateist yapmaya çabaladı ve başaramadı. Bu gelecek için çok önemli bir ders. Din ortadan kalkmayacak.

Çıkış

Böylesi bir bakış açısı ilk kez deneniyor olabilir. Yanılıyor olma olasılığı şerhi mevcut.

Metnin mantıksal sıkılık oranı % 90’dan düşük, % 70’ten yüksektir.

Tek yönlü bir bakışım kullanmak, gelecek için kültürel koruyucu hekimlik tasarımını üstlenebilir.

Bu metin, gelecekbilimin kuramları ve olguları ile birlikte ele alındığında, Türkiye ve Dünya için anlamlı kestirimler ve çözümler üretebilir. Zaten 21. Yüzyıl için öngörülen olası krizlere karşı da tasarlandı. Belki bu kez işe yarar.

(Ekim 2005)

TARİHÖTE

Tarih; kent, yazı ve savaşla belirgin tanımlıdır; yani bunlar yokken tarih yoktu. Süre 12.000 yıldır.

Bulunduğumuz tarihsel momentte, insanların % 50’si kentlerin dışında, % 30’su yazısız, % 1’i savaşsız (buna darbe, terör, halk isyanı, vd dahildir) durumdadır. Bunlara ‘tarih öncesi’ diyebiliriz.

1945’teki 2 atom bombasıyla tarih fiilen bitmiş oldu.

1957’deki ilk yapay uyduyla tarih artık başka bir şey olmaya başlamış oldu. Bunların 2’sine ‘tarihöte’ denebilir. Bir: Uzaycılık. İki: 2. Sanayileşme.

6 küsur milyar kişi; avcı-toplayıcı, fedola, 1. Sanayi, 2. Sanayi toplumları olmak üzere 4 ana kültürel modda yaşıyor. Oranlar sırasıyla; % 5, % 40, % 40, % 15 sayılabilir.

Bunlardan ‘bilgi toplumu’ denilen 2. Sanayi kültürel modu, hem tarihi bitirebilecek, hem de başka bir şey dönüştürebilecek potansiyeller taşıyor. Bu mod, aynı zamanda ‘asallık’ denilen ve ardı öngrülemeyen bir kritik eşik de yaratmaktadır.

Bu tanım kümeleri arasında, Francis Fukuyama’nın ‘Tarihin Sonu’ tanımı geçersiz kalmaktadır.

Bu tanım kümeleri arasında, makro-kadın kümesi boş küme olarak kalmaktadır.

Tarih birçok farklı biçimde ötelenecek. Bunların içinde, şu andan başlayarak en güçlü aday henüz tanımsız olan kadın kümesi. Bunun nedeni, olanaklarının hemen hiç kullanılmamış olmaması, ne tarih için, ne de tarihöte için.

2. Sanayileşme tamamlandığında, yani en çok 2250 yılında, tarih ve tarihöte yeniden tanımlanacak. Zaten şu andaki tanım biçimiyle tarih (history), çok fazla öykü (story, biography) içermekte. Oysa tarih ve kültür, bunların ham bilgileri değil, çok daha ileri ve karmaşık düzeyde soyutlamalar demektir.

İşte o tarihöteyi şimdi ve burada ancak bu biçimde ima edebilmekteyiz.

(26 Ekim 2006)



BİR ÖTETARİH


GAP ve SABANCI

1980     12 Eylül darbesi ve sermayenin kesin egemenliği.

1985     Sabancı ailesi, GAP bölgesinde iki milyon dönüm arazi satın almıştır. Atatürk Barajı henüz yapılmamıştır.

1990     Konuyu Milliyet gazetesinde daha önceden yazan Teoman Erel bir trafik kazasında ölür.

1995     GAP havzası, projede on beş yıllık gecik(tiril)meyle sulamaya ve tarımsal üretime açılır.

1996     Özdemir Sabancı, Sabancı Plaza'da öldürülür. Sabancı ailesinde GAP projesinin mimarı ve uygulayıcısı oydu.

1997     Aydın Doğan'ın kızı Sabancılar'dan biriyle evlenir.

1998     Aydın Doğan'ın sahibi olduğu Milliyet Yayınları, Teoman Erel'in kitabını basar. (Aziz Nesin, buna 'adamı önce asıp, sonra da daracağı dibinde ağlamak' diyor.

2000     GAP bölgesi plantasyon ideolojisiyle yönetilir. (Bakınız: Gazap Üzümleri, John Steinbeck.) Bölge artık bir bakıma federe bir eyalettir. Kürtler'in denediğini ama yanıldığını Sabancılar becerir.

2005     İlk Kürt aşiretleri - Sabancı ailesi muharebesi. Sabancı, bir yandan paralı ordu kurar, diğer yandan ordu ile birlikte silah üretir. Sattığı silahlardan bir bölümü, PKK'lilerin üzerinde yakalanır.

2007     Sabancılar Migros’u Koç’tan satın alır. Bu tarihte bir ilktir.

2010     Bir Laz Sabancılar'a rakip çıkar. Yenilir. Bu arada aile tröstü parçalanmaya başlar.

2013     Dördüncü kuşak, iki kuşak ana kanlı, dolayısıyla baba soyadını değiştirmiş bir Sabancı ailenin gücünü yeniden toparlar. Artık yeni bir Krupp efsanesi doğacaktır.

2015     Sabancılar’ın gücü, 10 trilyon dolara ulaşır. Bu, (uyuşturucu kartelleri haricinde) Balkanlar'ın, Kafkasya'nın ve Ortadoğu'nun 40 ülkesinin en büyük kapitalisti olmak demektir. Sabancı aynı zamanda, ikinci kuşaktır yalnızca silah tüccarı olan Çarmıklılar'la silah ticareti ve kaçakçılığı konusunda örtük bir işbirliği içindedir.

2025     GAP bölgesindeki arazide, genleriyle oyanmış yeni bir bitki türü geliştirilir. Bunun 25 yıllık piyasa değeri trilyon dolar düzeyindedir. Sabancılar bir kez daha sınıf atlar.

(Yazılış tarihleri: 1., 2., 4., 8., 9., 11., 12., 13. paragraflar : Ocak 1995;   3., 5., 6., 7. paragraflar : Ocak 1999; 10., 14. paragraflar : Ağustos 2007, devamı var.) 

TARİH HE ZAMAN BAŞLAYACAK?

·         Tüm kürel nüfus, üniversite eğitimli olduğunda,
·         Tüm kürel nüfus, zorunlu sıfır mesai yaptığında,
·         10 milyarın 10 milyonu uzaya yerleştiğinde veya ilk Dünya benzeri gezegen bulunduğunda (yerleşildiğinde değil),
·         Tüm çevre kirliliği temizlendiğinde,
·         Ortalama yaşam 125 yıl olduğunda,
·         Bir milyar robot olduğunda,
·         Birleşik Büyük Kuram tamamlandığında veya birşeyler ışık hızından hızlı yolculuk edebildiğinde,
·         Kadınlar tam insan olduğunda,
·         Pasaportlar ortadan kalktığında,
·         Dinler ortadan kalktığında,
·         Savaşlar bittiğinde,
·         Kişi başına yılda ortalama 250 kitap okunduğunda,
·         2250-2500 arasında veya asla…

Gerekmeyenler


·       Tüm hastalıkların ve özürlerin iyileştirilmesi gerekmiyor,
·       Deliliklerin önlenmesi gerekmiyor,
·       Savaşların bitmesi gerekmiyor,

Aporia’nın Aporetiği


·         Tüm bu koyutlar gönüllü-zorunluca seçilmiştir.
·         Bazıları birbirini değilleyebilir, dışlayabilir, az veya çok çelişebilir.

(25-26 Ocak 2001)

PRAKSİS ÜZERİNE

Bölümler:          Klasik Praksisler
                        Neo-Praksisler
                        Novum Praksis-Praksisler

Giriş

Konuya temelinden girilip, iyice açımlanıp, biraz toparlanıp, orada durulacaktır. Bu metin konunun bütününün yalnızca temeli olacaktır. Üzerine çok farklı metin-binalar inşa edilebilir. Yazar da gelecekte bu metin-binalardan birini veya birkaçını yazabilir.

Konu çokdisiplinlidir, o nedenle dil alaşımlanacaktır, yani epeyi mecaz ve anlam kaydırımı denenecektir..

Konunun tamamına yakını bilgisel açıdan henüz var olmayan ülkedir (terra inexista). Tanımlanan şeyler kültürde şimdiden var olsa bile, yazar henüz onlardan haberdar olmayabilir. Örneğin, fiilen post-hümanistken, bu tanımı fikren 30 yıl sonra Temmuz 2005’te öğrendi.

KLASİK PRAKSİSLER ve YORUMLARI

Klasik Marksizm’de praksis, kuram-eylem birliğidir. Eylem dünyayı değiştirmek, kuramsa bunun için gereken düşünce araçlarıdır.

Temel Örnekleme

Marx:

Felsefe, Dünya’yı yorumlamaya değil de, Dünya’yı değiştirmeye yönelik bir praksistir.”

Marx’ın pratikte (eylemleriyle) Dünya’yı değiştirmeye katkısı olmadı.

Altörnekleme

Eisenstein (sinema yönetmeni):

“Aslında yalnızca kuramcı olmak istiyordum aam ilham perisi beni ele geçirdi.) (‘Nasıl Film Yönetmeni Oldum?’)

Yorumlar:

Eisenstein, kuramı eylemin önüne alan nadir insanlardan birisidir; üstelik bugün kuramından çok filmleri ile anımsanır. Demek ki praksis kimi yanıltıcı olabiliyor.

Soru şu: Dünyayı değiştirmek ama nasıl?

Değişimin devimselleri gösteriyor ki:

Değişimi yaratanlar değişimi isteyenler olmayabilir. Değişimi isteyenler de değişimden zarar görecek olanlar olabilir (Örnek: Atatürk’ü onaylayanların bir bölümünün çocukları değişimlerden dolayı intihar etti).

Dolayısıyla praksis ve praksis-praksis de öyle kaotik olacak. Japon butocular dünya devrimi filan istemiyorlardı ama önce animeleri yarattıran, sonra da tüm dünya sanatını tümden değiştiren bir itki gücü oldular ve ayrı ulustan olsalar da, o kültürel devrimi yaratanlar butocuları referans göstermiyorlardı. Diğer bir deyişle butocular 11 Eylül 2001’i istiyorlardı ve yarattılar da… Bunun neden-sonuç devingen ağlarını tanrımlamak, ileride yazarın praksis-praksis örneklemelerinden biri olabilir ama henüz alfabe ve sözlük gerekli durumda.

NEO-PRAKSİSLER

Neo-praksislerde eşleniklik olduğu denli sentez de olabilir, yani ikisinin birleşimi yepyeni ve bambaşka bir şey olabilir.

Determinizm-İndeterminizm

Determinizm 200 yıl boyunca bilimcilere egemen oldu. O denli indirgemeci bir yaklaşımı vardı ki bir sistemin kuralları verildi mi, sonsuza dek o sistemin tüm görüngülerini kestirebiliriz sanıyorlardı. İdeal sistemlerde bu olabilir ama gerçek sistemlerde her zaman hata fonksiyonları, sürtünmeler, türbülanslar, yalpalar, varyanslar, sapmalar vardır.

21. Yüzyıl’da ilk aşamada yapabileceğimiz şey, kesinlik-kesinsizlik ve determinizm-indeterminizm dağılımları ve denklemleri saptamaktır. Kesinlik % 0-100 arasında değişebilir. Gerçek yaşamda da normal bir camı bir elmasla daima kesersiniz. Ancak birden çok ağırlık merkezli bir sarkaç veya yay sisteminin olay uzayını birebir kestiremezsiniz.

Oyun kuramı kesinlik-kesinsizlik denklemlerinin birarada kullanımlarına iyi bir örnektir. Stratejiler saptarken, karşı tarafın sizin ne yapacağını bilip bilmemesi, sizin bunu bilip bilmemeniz durumu tümüyle değiştirebilir. Bir İngiliz’in küçük olan dilimi kibarlık edip sizin alacağınız umuduyla, iki dilim pastanın seçimini size bırakması bu tür bir stratejidir.

Bulmacaları çözerken de, çıkarımları yapabildiğiniz kadar yapar, ondan sonra da dene-yanıl ya da yazı-tura yöntemini kullanırsınız.

Kaos-Kozmos

Kaos karmaşa, kozmos düzen olarak tanımlıdır ama bu görelidir. Koyulan kurallara göre kaos-kozmos arasında geçişler olabilir. Kaotik devinimler bir zarf uzayı imleyebilir.

Evrenin düzenin de kaos-kozmos arasında gidip gelir. Gökadaaltı ölçeklerde yıldızların dağılımı düzensizdir ama bazı yıldızlar yerçekimiyli kümeler oluşturmuştur. Sonra gökadalar belli kurallara göre kesin belli biçimlerde olur ama iki gökada içiçe girmişse bu kurallar işlemeyebilir. Gökadalardan süperküme ölçeğine dek Evren yine düzensiz bir biçim gösterir. Sonra o bildik ağsı yapı gözlenir.

Burada örneklendiği üzere, praksislerde ele alacağınız ölçek görüngünün düzenini birebir belirleyebilir. Keza, rasgele dağılımlar küçük örneklemelrde belirsizken büyük sayılar kuramına bağlı olarak büyük sayılı örneklemelerde belirli dağılımlar gösterir. İnsana ilişkin tüm çalışmalarda bu yaklaşım çok işe yarar. Tarihin belli ölçeklerde kesin belirli görüngü dağılımları vardır. Eğer zaman ölçeği veya veri birikim yeterince çok değilse, o kunada düzenli bir bilgi ummak vya kesin çıkarsama peşinde koşmak bizi doğrudan hata yapmaya götürür. O alanlarda belirsizliği baştan kabul etmemiz gerekir. Gelecek bunlardan biridir.

Fizik-Metafizik

Bilimin ilk başladığı dönem sayılan Eski Yunan’da Aristo bilim kitapları yazarken ‘metafizik’i de yazdı.

Bilim dinden, fizik metafizikten, kimya simyadan yaratıldı. Zaman içinde fizik vem etafizik iki karşıt kategori durumuna dönüştü.

20. Yüzyıl’da yoganın metafizik değil, bir metafizik olgu loduğu görüldü. Lamalar nabızlarını doğal durumda insanların öldüğü sayılara düşürebiliyorlar. Nirvana bir zihin durumu sayılıyor. Lamaların bu durumdayken beyinleri inceleniyor.

Fizik-metafizik praksisi en çok yapay duyular yaratmada işe yarayacak.

Reel-İrreel

Reel sayılar gerçek dünyaya tekabül eder. Kök eksi bir demek olan i irreel sayılara tekabül eder. İkisinin biraradalığına kompleks sayılar denir.

İrrel sayılar irrel dense de, reel dünyada bazı denklemlerde kullanılmazlarsa, bazı görüngüler açıklanamaz.

Zeka kunsunda da reel-irrel dağılımları ve denklemleri kullanımaksızın zenopsikoloji tam bir bilim olamayacak.

Somut ve Soyut

Beden-zihin ikileminin asıl temelidir.

Somut tanımı daha çok katı hal fiziğine dayalıdır.  O nedenle enerjinin somut mu, soyut mu bir şey olduğu dilsel bir tartışmadır.

İnformatik-Kognisyon

İnformatik bilginin kültürel yönleri, kognisyon zihinsel yönleridir. 5 temel duyu-dil aracılığıyla bunlar, zihinden kültüre, kültürden zihine dönüştürülür.

Halihazırdaki durumda praksisi en çok ilerleyen alanlardan birisidir.

İnformatik; sistem kuramı, sinyal kuramı, bilgi kuramı, epistemoloji, iletişim kuramı gibi farklı disiplinlerde ele alınır. Bu nedenle informatik de baştan praksis bir alandır. O nedenle informatik-kognitif praksis bidisiplin bir alandır.

Beden-Zihin ve Donanım-Yazılım

Somut-soyut ikileminin bilgisayara taşınmış durumudur.

Uzun süreler Mac programları PC’lerde çalışmadı ve tersi de… Aynı biçimde uzun süreler belli eğitim programları belli kültürlerde ve insanlarda işlemedi. Sonuçta bale eğitimi Avrupalı insanların fiziğine göre hazırlanmıştı ve Japonlar’a uymadı.

Donanım-yazılım praksisi henüz çok eksik bir alan ve robot artı androit çalışmalarında en çok geliştirilmesi gerekecek alan.

Duygu-Düşünce ve Davranış

Freud duygu-davranış bütünlüğünü kişilik olarak tanımlarken, insanın düşüncesel ve kognitif yanını dışladı. Ondan 100 yıl sonra bile psikoloji, hala kognisyonu kişiliğe dahil edememiş ve zihinbilimi tam bir bilim olma disiplinliğine yükseltgeyememiş durumda.

Duygu ve düşünce soyutken, davranış somuttur. Burada da yazılım-donanım praksisleri geçerlidir. Hangi duyguların ve hangi düşüncelerin hangi davranışlara dönüştüğü üzerinde çok çalışılmış bir alandır ama belirsizliğin en çok gözlendiği alanlardan da biridir. Araya insan türüne özgü hata fonksiyonları giriyor.

Tutum ve Davranış

İnsanların tutum ve davranışları birbirine sıkça uymaz.

Söze gelince herkes insan haklarına ve demokrasiye sadıktır ama uygulamada insan haklarını çiğnenmediği kültür ve ülke yoktur.

Ayral-Normal ve Deha-Normal

İstatistikte 3 standart sapmaya kadarki aralık normal olarak tanımlanır ve bu nüfusun % 98,5’u eder. Ayrallar, konusuna bağlı olarak bu % 1,5’tan az da olabilir, çok da… Bugün eşcinseller % 10’un üzerinde kabul edilirken, uyuşturucu bağımlıları % 1’in altında. Dehalık alt sınırı ise %oo 1’den başlıyor. Daha da önemlisi normalle deha arasında kalanlar normaller tarafından asimile edilip zekaları düşürülüyor. Buna yaşlılık da dahil ki 20 puana kadar etkisi olabiliyor. Bu durumda dehalar diğer ayrallardan çok daha küçük bir azınlık durumunda kalıyorlar. Artı paranın din olduğu bir dönemde olduğumuz için, para makinesi düşünceler üretebilecek makinelar olarak görülüp devlet ve işverenler tarafından da asimile ediliyorlar. Her iki grup için de çözüm benzer: Ya onları toplumdan yalıtıp koruma altına almak, ya da toplum içinde uyum sağlamalarını sağlamak. Her ikisinin de işe yaradığı ve iflas ettiği örnekler mevcut. Sorun eğitimde, hem toplumun, hem de ayralların / dahilerin eğitilmesi gerek. Toplum farklılıklara karşı hoşgörülü olmak için, ayrallar / dahiler farklılıklarına katlanabilmek için.

Uzman-Disiplinlerarasıcı

Bilimin şu sıralarki en büyük açmazıdır. 20. Yüzyıl’da bilginin üssel artışı bilimcileri çok dar bilgi alanlarıyla uğraşmaya zorladı. Bir tekerlem vardır: “Bir uzman hiçbirşey hakkında herşeyi bilendir, bir disiplinlerarasıcı herşey hakkında hiçbirşey bilendir.” Dikkat edilirse, iki tarafın da bilgi toplamı sonlu olacaktır.

Buradaki sentez, bilgiyi kromozom gibi katlayarak sonsuz bilgiyi sonlu bir hacme sığdırmaktır.

Zeka Praksisleri

Zeka ikilemleri şunlar:

Toplumsal, dışadönük, edimsel, teknolojik, etkin, aktuel, tümevarımsal, uzman, akıl yürütmeci, analitik, bilimsel zeka. X Bireysel, içedönük, kuramsal, tasarımsal, edilgin, potansiyel, tümdengelimsel, disiplinlerarası, sezgisel, sentetik, metafizik zeka.

Bunların her birinin tek bir bireyin davranışları üzerinde saptadığı sınırları var. Kütüphane çalışmasını toplumsal olarak yapamazsın. Tek başına günlerce 2 metrekarelik bir yerde yalnız kalmak için de belirli bir mizaç gerekir. O mizaç da, sıra bilginin sunumuna geldiğinde kalabalık içinde aksayabilir. O nedenle işbölümü ve işbirliği diye şeyler icat edilmiş. Tasırmcılar ve uygulamacılar ayrı ayrı çalışır, bir de bunalara arabağ-arayüz olacak kimseler gerekir.

Zeka praksisleri dene-yanıl ve yap-boz yolarıyla, verimsi de olsa üzerinde en çok çözüm üretilmiş ikilem, çünkü tarihin başından beri bu sorun var. Diğerleri daha kuramsal sorunsallar olarak dururken, bu doğrudan eylemle ilintili bir durum. Sanatçıya atfedilen, ateşin başında boş oturup öykü üreten tip miti de bunu gösteriyor. Herkes bazı işleri daha iyi yapıyor. aynı kişinin en iyi yaptığı işler zaman mekan içinde değişse de, belirli büyüklükteki bir grupta herkesin en iyi yaptığı işler toplamı o kümenin birarada yaşamasını rahatça sağlayabiliyor. Bugün CERN ve NASA gibi 2 en büyük global bilimsel kurum 5.000’er kişinin kolektif çalışmasıyla ayakta kalıyor. Bunların belki de yarısı sıradan insanlar üstelik.

PRAKSİS-PRAKSİSLER

Kombinasyonlar

Öncül praksisler 10 küsur, zeka praksisleri 10 küsur olmak üzere praksislerin 2’liden başlayıp, n’liye uzanan kombinasyonları toplamı bini geçer. Bunların bir bölümü hiç icat edilmeyecek, bazıları kültürel eşiklerin aşılması için yaşamcıl önem taşıyacak ve bunlar biraz da raslantıyla belirlenecek.

Örneklemeler

Monizm-Düalizm

Beden-zihin ikiliği ve birliği birbirinden ayırtsızdır. Birbirinden ayırtsız değil de, sentez olan beden-zihin praksisleri de olabilir: Örneğin spor ve yoga.

Madde-Enerji

Aslında ikisi birdir. Daha önemlisi eski fizik tanımlamalarına göre ikisinin birleşiminin dışında son birkaç onyılda birçok görüngü keşfedilmiştir. Örneğin yeni fazlar (hadron fazları gibi) tanımlanmıştır. Kara madde ve kara enerji tanımlanmıştır. Geleceğin bilimi bu konudaki düalizmi birkaç kez değiştirmek zorunda kalacak. Dilsel olarak en zayıf olduğumuz alanlardan birisi bu.

Novum(lar?)

Novum yeni ve farklı düşüncedir.

Sanal ve ma praksisler

Praksis tanım gereği artıdır. Sanal praksis kök eksi bir, ma praksis limi eksi sonsuzdur.

Bölesi praksislerin tanımı şimdiki bilgi eşiğimizden birkaç eşik sonrasını imler. Japon modern dansı buto motor duyu-dil için ma praksisler önerdi. Bunun diğer sanat dallarına ve oradan da bilime ve düşüne dönüştürülmesi belki birkaç yüzyıl alır, belki de yüzyıllar boyu bu konuya eğilen olmaz.

Bilim-Düşün-Sanat Praksisi

Bilim, düşün ve sanat 2.500 yıldır kültürün üstyapıları ve seçkin yanları olarak süregelmekte. Uygarlık denline bütün kültürel oluşumlar, bunların biri veya hepsinde özgün ürünler vermiş. Ancak aralarında birebir karşılıklı ilinti yok. Yani Einstein, Picasso ve Kierkegaard farklı kültürlerde ortaya çıkabiliyor. Aynı sürede, birkaç düşünür haricinde uzmanlık egemen sayıldığı için, bunlardan birinde çalışanın diğerinde çalışması beklenmemiş, hatta her birinin kendi altlanlarının herhangi birinde çalışması yeterli görülmüş. O nedenle Einstein’dan film seyrederek zaman tanımını değiştirmesi beklenmezdi. Oysa, günümüzde durum değişti. Artık disiplinlerarasılık ve çokdisiplinlilik var ki bunda artan eğitim süresinin payı çok. Önümüzdeki 250 yıl boyunca zorunlu eğitim süresi 20 yılı (şimdiki lisansüstü) bulabilir. Bu eğitimi alanlar rahatça bilimin, düşünün, sanatın dallarını veya bütününü sentezleyebilir.

Örnek: Sinemada tasarlanan farklı zaman akışlarının fizikte doğrusal olmayan zamanlar modelletmesi.

Çıkış

Yeni praksisler tanımlanabilir. Metin boyunca irdelenen praksisler de farklı biçimlerde tanımlanabilir. İkinci Sanayileşme kültürel modu bunlar boyunca oluşturulacak veya buralarda kriz çıkarılacak.

Gelecekte, geçmişte olduğu üzere epistemelojik eşleniklik umulmuyor. Eğer öyle olsaydı, Aristo Mantığı’nın, Euclid Geometrisi’nin ve Newton Fiziği’nin aynı yer ve zamanda tasarlanması gerekirdi ama öyle olmadı. Metindeki ele alınan parametrelerin bir bölümünün tanımlı ve gerektirdiği denli açıkeçik duruma yükseltgenmesi binyıllar ölçeğinde gecikebilir. Bu kestirilebilir bir süreç değildir.

Yine de Mendelyev’in kendi yerzamanında bilinen 60 elementten hatalı ve eksik olarak da olsa, Periyodik Tablo’yu tasarlaması gibi, gerekli bir kavramsal çerçeve er geç oluşturulacaktır. Aristo Mantığı’nın tamamlanması da yüzyıllar alabildi.

Praksis terimini Marx başkasından devşirmişti. O nedenle praksis-praksis de bir devşirme tanım sayılmalı. Gelecekte adı ve içeriği tümüyle farklı tasarlanabilir.

(Haziran 2005 + Kasım 2005)



GEÇMİŞBİLİM-GELECEKBİLİM PRAKSİSİ

Tarih öncesini (evrimi ve 5.000 yılın dışındakileri) içerecek.
Aristo-Lao Tzu sentezini içerecek.
Dünya Sistemi’nin içerecek.
Antropoloji-etnoloji-sosyoloji sentezini içerecek.
250 yıllık 2. Sanayileşme gelecekbilimini içerecek.
2.500 yıllık uzaycılaşma-ölümsüzleşme gelecekbilimini içerecek.
Post-homo-sapiens’i içerecek.

Yani tümleşik bir sistem olacak.

Geçici olacağı somut olarak şimdi ve burada görülebiliyor.

İnsan olmayan insan olandan sorumlu değildir.

1 trilyon kişiyi taşıması gerekecek.

Kapsamama oranı % 10 olabilir.

(19 Kasım 2007)

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Pratik Durum Moment-Kategorileri:

İktisadi
Askeri
Siyasi
Kültürel (bilim, sanat, düşün), Kültürolojik (gündelik yaşam)

Çıkış Çatallanması:

Gelecekbilimsel (Flechteim)
Bilimkurgusal (Asimov)

ve

Determinist (Malthus)
İndeterminist (Verhulst)

Novum Momentler:

Bilgisayar
Robot, Androit
Uzay
Siberuzay, İnternet, Yazılım İnsan
Nanoteknoloji
Biyoteknoloji, Biyonanoteknoloji, Genetik, Klonlama, Ölümsüzlük
Trans, post, meta Hümanizm, Siborg, Zenopsikoloji

(Aralık 2005)